Zeynep Atakan ile Kahve Molası

Bir filmi izlemek birkaç saat, üretmekse aylar, belki yıllar alıyor. Zeynep Atakan’ınki filmlere adanmış bir ömür: Kış Uykusu, Ahlat Ağacı, Üç Maymun gibi yapımlarla Türk sinemasını uluslararası platformda temsil eden, film festivallerinde her yıl ne yapacağı merakla beklenen yapımcı, bu yıl Oscar Ödülleri’ni sahipleriyle buluşturan jürinin davetlisi. Başarılı yapımcı bir yandan deneyimlerini genç sinemacılara aktarmak üzere eğitimler veriyor, yeni filmler üretiyor, yeni filmler izliyor, filmlerle nefes alıyor…

Türkiye’den dünyaya mâl olmuş başarılı bir yapımcısınız. Kariyer yolculuğunuzdan kısaca bahsedebilir misiniz?

İstanbul’da doğup büyüdüm ve yaşıyorum. Çocukluğumdan itibaren sanat ile ilgiliydim ve bu alanda çalışmak istedim. Ailem de beni destekledi. Liseyi bitirene kadar klasik bale, müzik ve resim eğitimleri aldım. Sinema eğitimi almaya karar verdim ve üniversite tercihim bu yönde oldu. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema Televizyon bölümünde okurken reklam filmi sektöründe çalışmaya başladım. 1980’li yılların sonuna doğru Türkiye’de çok film üretilmiyordu. Bu nedenle filmcilik yapmak isteyen biri için zanaatı ve sistemi öğrenebilmek reklam filmi alanında mümkündü. Pek çok şeyin hatta ‘iş insanı’ olabilmenin en önemli adımlarını bu dönemde attım. Kalbimde hep sinema yapmak vardı. 90’ların sonunda, reklam filmi alanında epeyce yol almış ve hayatımı kazanmaya başlamıştım. Bu arada okulumu bitirdim. Sinema eğitimi almış biri olarak sinema hep kalbimdeydi. O dönemde Türkiye’de sinema üretimi artmıştı. Doğru bir zamanlama olduğu için kalbimdeki işe yöneldim. Ama yöneldikten sonra yine uzun bir zaman reklam filmi yapımına devam ettim. Reklam filmi alanında da çalışırken de iyi performans gösterebildiğimi ve yapımcı olarak sınırlarımı ve yaratıcılığımı iyi kullanabildiğimi fark ettim. Bu nedenle yapımcılık ile ilerledim.

Film endüstrisi uçsuz bucaksız bir okyanus ve az sayıda kadından birisiniz. Endüstride kadın olmanın iyi ya da kötü anlamda bir fark yarattığını düşünüyor musunuz? 

Elbette kadınlar film endüstrisine  ve tüm dünyaya çok değer katıyorlar. Her anlamda bu değer, son yıllarda fırsat eşitliği nedeni ile daha bir fark edilir olsa da yakında çok daha iyi hissedilebilecek

Son dönemde Akademi Ödülleri’nden aldığınız davet dolayısıyla adınızdan gururla söz ediyoruz. Türkiye’nin bugüne dek orayla ilişkisi nasıldı? Sizin için neler ifade ediyor bu davet? 

Ben Akademiye Türkiye’den seçilen beşinci kişiyim ama benim için anlamı, ülkemizden seçilen ilk yapımcı olmam. Çünkü Oscar biraz da yapımcıların alanı. O nedenle benim için ayrı bir heyecan ve daha fazla keşif yapacağım bir alan.

Bir yapımcı olarak bize üç prensibinizi söyleyecek olsanız…

-Kurumsal ve bireysel değerler sistemini öncelik olarak almak,

-Sağlıklı, açık ve net bir iletişim,

-Projeye gerçekçi yaklaşım.

Bir yandan atölyelerinizde yapımcılık üzerine eğitimler veriyorsunuz. Yapımcı, senarist ya da yönetmen adaylarına aktarmak istediğiniz en önemli şey nedir?

Öğrenmeye ve deneyimlemeye hiç ara vermemeleri. Esnek bir düşünce sistemine sahip olmaları. Ön yargı geliştirmeden sonuca değil sürece odaklanmaları… Sonuç değil, süreç odaklı olmaları; çünkü süreç iyi yönetilirse sonuç mutlaka iyi olacaktır.

Pandemi sonrası film endüstrisi ile ilgili öngörüleriniz nelerdir? Zihninizde nasıl bir tablo çiziyorsunuz?

Film endüstrisi pandemiden en etkilenen alanlardan bir tanesi.  Pek çok şey değişimde… Üretim, post prodüksiyon, dağıtım ve pazarlama, gösterim araçları… Bu değişime adapte olmak ve üretimleri yaparken hedefleri buna göre oluşturmak gerekiyor. Ben hep daha iyiye ve olumlu olana odaklıyımdır.  O nedenle bazı krizlerin farklı fırsatlar yarattığını düşünürsek, öncelikle bu süreç yaratıcılık için bir fırsat. Ve yine pandemi nedeniyle oluşan yeni mecralar, üreticiler için yeni birer fırsat olabilir.

Bu sıralar sizi heyecanlandıran bir şeyler var mı? Yeni projeler? 

Beş yıldır genel sanat yönetmenliğini yaptığım Sabancı Vakfı Kısa Film Yarışması’nın bu yılki teması  “Değişen iklimler, değişen hayatlar” ve bu yıl gelen filmleri izlemek beni çok heyecanlandırıyor. Genç sinemacıların network oluşturabilmesi için bir platform hazırlıyorum. Bu en yeni projem. Film yapmaya devam ediyorum. Uluslararası iki ortak yapımın -2021’de pandemi şartları uygun olursa- çekimlerine başlanacak.

Biraz sanattan söz edelim. Sinema dışında sizi hangi sanat dalları, sanatçılar ya da eserler besler? Eser biriktiriyor musunuz?

Tüm sanat dalları ile ilgiliyim ama resim, müzik, edebiyat ve çağdaş sanat ile daha yakından ilgileniyorum. İçinde tasarım olan her şey ilgimi çekiyor. Yıllar içinde biriktirdiğim Türk çağdaş sanatçılarının resimlerinden ve fotoğraflarından oluşan bir koleksiyonum var. Ama son beş yıl içerisinde bu noktada, hayat felsefem daha farklı ve minimal bir yöne evrildi. O nedenle dönüştürülebilen malzemelerle yapılan sanat eserlerine ilgim arttı. Ayrıca, müzik dinlemeyi çok seviyorum. Sahne sanatları yani tiyatro, opera ve bale vazgeçilmezim. 

Bu sıralar okuduğunuz, izlediğiniz, sizde iz bırakan eserler oldu mu?

Şu dönem felsefi eserleri ve klasikleri tekrar okuyorum. Şu anda elimde Engin Geçtan’ın Hayatisimli eseri var. 10 yıl sonra yeniden okuyorum.

Zeynep Özbatur Atakan bir gününü nasıl geçirir? Rutinleri var mıdır? 

Erken uyanan birisiyim. Sabah rutinim benim için önemlidir. Sabah 6.30’da uyanınca yaklaşık yarım saat meditasyon yaparım; çünkü, bir süredir mindfulness ile ilgileniyorum ve kendi merkezimde olmayı önemsiyorum. Devamında, günlük bakım ve kahvaltımı yapar 8.30-10.30 arası ilk çalışma oturumumu yaparım. Ardından günlük programıma göre saat 17.00 ye kadar hayat akar. Toplantılar, dersler, çalışmalar hep bu arada gerçekleşir. Haftada 3-4 kez pilates yaparım. Ve bu da saat 17.00 sonrası olur.

Hafta arası akşamları sosyalleşmem. Evimde olmayı ve kendi dünyama çekilmeyi tercih ederim. Akşam saatleri, kitap okumak, film izlemek ya da farklı bir hobi için ayırdığım zamanlardır. Kalbimden ne geçerse onu yaparım. Bazen boş oturmak da dâhil buna. Yani o saatler tamamen ruhumu beslediğim saatlerdir. Acil bir durum yoksa telefonla konuşmayı tercih etmem.

Bu arada, her yıl bir konuda online eğitim alıyorum. Bugüne kadar sosyal medya, tasarım başta olmak üzere eğitimler aldım ve şu sıralar da yakın tarihle ilgili eğitimlere katılıyorum.

Kendi kişisel tarzınızı nasıl yorumluyorsunuz? Dolabınızdan asla çıkmayacak parçalar hangileridir?

Ben yaşsızlığı ve zamansızlığı önemseyen biriyim. Modayla hiç işim olmadı ama tasarım her zaman ilgi alanımda oldu. Olmazsa olmaz parçalarım hep oldu. Özgün bir tarzım olmasına özen gösterdim. Bir süredir tüp gardırop yapısına geçtim. Bunu yapmaya karar verdiğimde ciddi bir gardırop detoksu yaptım ve o sırada gördüm ki, ben zaten çok az parça kullanıyormuşum. Dolabımdan asla çıkmayacak parçalar siyah pantolon – ceket, beyaz gömlekler, bej renkli trençkotum ve siyah bağcıklı botlarım. 

Yıllar içinde çok değer verdiğim tasarımcıların parçalarından biriktirdiğim bir takı koleksiyonum var. Takılarım vazgeçilmezlerimdir.

Tüm bu olan bitenden önceki son seyahatiniz nereye oldu? En çok etkilendiğiniz, tekrar ziyaret etmek istediğiniz ve gitmenin hayalini kurduğunuz ülkeler ya da şehirler hangileri?

Son seyahatim, Şubat 2020’de Berlin Film Festivali nedeniyle Berlin’e oldu. Berlin, çok sevdiğim bir şehir. Dünyanın pek çok yerini gördüm. Gezgin olmayı ve keşfetmeyi çok seviyorum ve belki de uzun yıllardır seyahat etmeden bu kadar uzun zaman geçirdim. Ama ilk seyahat etmeye başladığımda Uzak Doğu ve Güney Amerika’ya gidebilmeyi istiyorum. 

Röportaj: Cansu Varol