Luxurys Kulüp: Gilan Mücevher Evi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Osman Geylan

 

Spor otomobiller ve pistler Gilan Mücevher Evi Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Osman Geylan’ın en büyük tutkusu. Tıpkı saatler ve profesyonel hayatının parçası olan mücevherler gibi.
Henüz küçük yaşlardayken otomobillere ilgi duymaya başlayan Geylan, profesyonel anlamda da pistlerde yarışmış. Uzun bir süre ara verdikten sonra son aylarda tekrar yarış pistlerine dönen başarılı iş insanıyla hem yarış tutkusunu hem de sanata ve saatlere olan ilgisini konuştuk.

Röportaj: Gülay Koç
Fotoğraflar: Barış Üstel

Bizzat sanatın içinde bir meslek icra ediyorsunuz ve biliyorum ki sanatla da yakından ilgilisiniz. “Sanata olan merakınızın çıkış noktası Gilan’dır”, diyebilir miyiz?
Mesleğim ve ilgi alanlarım aslında iç içe geçmiş durumda. Sanat, bu anlamda hem şahsi ilgi alanlarım arasında önemli bir noktada yer alıyor hem de işimiz için vazgeçilmez bir ilham kaynağı. Gilan, kurulduğu ilk günden bu yana İstanbul ve Anadolu’nun kültür, sanat mirasını koruyup zenginleştirerek dünyaya anlatmayı kendisine misyon edindi. Tüm koleksiyonlarımızda, ustalarımızın yüksek zanaatkârlık becerilerini sanatsal bir bakış açısıyla yorumladıkları mücevherler sunuyoruz. Ben de çok ufak yaşlardan beri işin içinde olduğum için sanat, ister istemez hayatımın bir parçası haline geldi. İş dolayısıyla çok sık Paris, Londra ve New York’a seyahat ediyorum. Muhakkak bu şehirlerde sanat galerilerini ve müzelerini gezmeye gayret ediyorum. Ayrıca İstanbul’daki tüm kültür, sanat olaylarını yakından takip ediyorum.

Dünyada ve Türkiye’de de çağdaş sanat çok gelişme kaydetti. Video sanatı, enstalasyonlar… Siz ağırlıklı olarak resimle ilgileniyordunuz. Geçen süre zarfında ilgi alanınızda değişimler oldu mu?
Her sektörde olduğu gibi sanatta da artık her şey ‘çok fazla’. Önceleri bir esere sahip olma konusunda daha kolay karar verirken şimdi bu süreç daha uzun zaman alıyor. Bir sanat eserini değerlendirme ölçütüm, eseri incelerken o an için uyandırdığı his oluyor. “Bu eseri keşke ben yapabilseydim” diye düşündüren eserler beni daha çok etkiliyor.

 

 

Sanatın haricinde tutkuyla bağlandığınız bir diğer unsur otomobiller. Hatta fırsat buldukça yarış pistlerinde vakit geçiriyorsunuz. Nasıl başladı otomobillere olan ilginiz?
Otomobil, çocukluktan itibaren benim için çok önemli oldu. Henüz ufak bir çocukken üç tekerlekli bisikletim vardı ve evin koridorlarını ıslatıp koridorlar arasında yarış yapardım. Otomobillerde çok ciddi bir işçilik, geçmiş ve mekanik var. İşin mekanik kısmı beni çok heyecanlandırıyor. Bu işe gerçekten tutkusu olan insanların hayatlarını adayıp sürekli gelişimle ortaya çıkardığı yaratımlardan… 12-13 yaşlarında go-kartla beraber profesyonel olarak kardeşimle beraber otomobil sporlarına adım attım. Bu süreçte ailece takip ettiğimiz bir aktivite haline geldi. Şampiyonalar dolayısıyla Türkiye’de ve dünyada çeşitli pistlere gidip yarışıyorduk. Şimdi dönüp baktığımda hayatımdaki en güzel dönemlerden bir tanesiydi. Kardeşimle pistte yarışırken anne ve babam da dışarıda bizi heyecanla takip ederdi. Motor gürültüsü ve benzin kokusu hafta sonlarımızın vazgeçilmeziydi.

Son zamanlarda elektrikli otomobillerin piyasaya sürülmesinden hoşnut olduğunuz söylenemez o halde.
Mekaniğe olan ilgimden ötürü, evet. Elektrikli otomobiller kaçınılmaz. Benim için bir otomobil A noktasından B noktasına gidebilmek için tercih ettiğim bir ulaşım aracı değil; çok daha ötesinde. Hayat deneyimimde önemli bir alan. Trafikte de asla süratli otomobil kullanmam. Profesyonel yarışmanın en büyük artısı herhalde budur. Go-kart’ın ardından Formula 3 ve sonrasında ralli yarışlarına katıldım. Daha sonra iş hayatı derken araya uzun bir zaman girdi. Şimdi yeniden ufak bir arkadaş grubuyla go-kart’a başladık. Bu sefer bu ilgi alanımı iş hayatımla birlikte sürdürmeye kararlıyım.

Yarışlara yeterince vakit ayırabiliyor musunuz?
Muhakkak cumartesi sabahları öğlene kadar kendime otomobil sporlarıyla ilgili vakit ayırıyorum. Seyahatte olmadığım müddetçe bu programıma sadık kalmaya çalışıyorum. Yarım günlük deneyim benim için terapi gibi. Otomobil sporlarının şöyle bir tarafı var: Aktif hayatımda uyku haricinde sürekli iş düşünüyorum. Haftanın altı gününü çalışarak geçiriyorum. Direksiyona geçtiğimde çok fazla işi düşünme imkânınız olmuyor. Yaptığınız spor hem tehlikeli hem de yüksek adrenalinli. Ya %100 konsantre olmalısınız ya da hiç direksiyona geçmemelisiniz. Bu tam konsantrasyonla yarım gün başka hiçbir şeyle ilgilenmemek beni fiziksel olarak yorsa da inanılmaz dinlendiriyor.

Otomobil yarışlarıyla ilgili yaşadığınız deneyimler neler?
Dönem dönem yurtdışındaki yarış okullarına seyahatler planlıyorum ki, bu en önemli deneyim. Buz üzerinde otomobil kullanıp, yarış eğitimleri alıyorum. Zira otomobil yarışları kendinizi sürekli geliştirmeniz gereken bir alan. Sonu yok. Hayatımda otomobilin ayrı bir yeri var. Türkiye çok güzel bir tesis olan İstanbul Park pistini kazandı. Pistin kullanım hakkı sahibi olan Intercity’de çok güzel kupalar düzenliyor. Bunlardan bir tanesi de Caterham. Eğer yarış takvimini yakalayabilirsem orada yarışmayı planlıyorum. Yarışırken sizinle aynı hobiyi paylaşan insanlarla tanışıyorsunuz. Yarışmadığınız anlardaki sohbet ve muhabbet te çok keyifli oluyor.

Peki, ne tarz otomobiller kullanmaktan keyif alıyorsunuz?
Yerine göre her türlü otomobili kullanmaktan keyif alırım. Doğaları gereği spor otomobilleri seviyorum. Ama son dönemde günlük kullanıma uygun hale gelmeleri için son derece evcilleştirildiler. Benim spor otomobilden beklentim çok iyi bir müzik sisteminin olması, bluetooth ile telefonunuza bağlanabilmesi, deri koltukları ya da masaj koltuğuna sahip olması kesinlikle değil. Tam tersine ne kadar rahatsızlık verirse, ne kadar problem çıkartırsa benim için o kadar kıymetleniyor. Ancak bu şekilde spor bir otomobilin varlığını hissedebiliyorum. Aksi halde normal bir otomobilden çok da farklı olmuyor. Markalar da bunun farkında. Bu yüzden benimle aynı hisleri paylaşan kullanıcı kitlesi için pist otomobillerine yakın otomobiller piyasaya sürmeye devam ediyorlar. Bir cadde otomobiline göre çok daha sert, çok daha vahşi otomobiller.

 

 

Günlük hayatta kullanmak aynı duyguları yaşatmasa gerek…
Tabii ki bu tarz otomobilleri şehir içinde kullanmak git gide zorlaşıyor. Ancak bir spor otomobile sahip olduğum dönemde de hiçbir zaman günlük binmek için tercih etmedim. Bir yere yemeğe ya da gezmeye giderken asla kullanmam. Geceleri kullanmayı tercih ediyordum. Pist kullanımı için üretildiğinden eşim gürültüsü ve rahatsızlığından dolayı pek hoşnut değildi. Garajda kullanılmadan aylarca durmasına da razı olmadığımdan vedalaşmak zorunda kaldım. Bugün o tarz bir otomobil tercih edecek olsam, o bir Porsche GT3 RS veya Ferrari 458 Speciale olurdu herhalde.

Yakın zamanda yarış pistlerine tekrar döndüğünüzü söylediniz. Hangi aracı kullanıyorsunuz yarışırken?
Her ne kadar bir süreliğine Formula 1 yarışlarına ara vermiş olsa da Intercity İstanbul Park pisti dünya standartlarında bir pist. Yıl boyunca birçok etkinliğe ve yarışa ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri, daha önce de bahsettiğim Caterham Cup. Caterham, ağırlığı sadece 500 kilogram olan 180 beygirlik bir yarış otomobili. Cadde otomobillerinde olan hiçbir elektronik sürüş desteği yok. Dolayısıyla size saf bir sürüş deneyimi yaşatıyor. Hafifliği ve dengesi sebebiyle yüzbinlerce euro’luk spor otomobillerden çok daha hızlı, daha çabuk duruyor ve viraj kabiliyeti çok yüksek. Bunların hepsi bir araçta olduğu için müthiş keyifli. 2018’de toplam 14 yarış planlanıyor ve takvimi ayarlayabilirsem muhakkak yarışmak istiyorum. Kardeşim Semih de Megane Cup’ta yarışacak.

Önümüzdeki dönemde katılacağınız bir yarış var mı? Nasıl hazırlanıyorsunuz bu yarış için?
Bir diğer katılmak istediğim yarış bu yıl eylül ayında ülkemize geri dönen Dünya Ralli Şampiyonası Marmaris Rallisi. Ralli, pist yarışlarından daha farklı bir disiplin. Genellikle trafiğe kapalı dağ yollarında birçok etabın geçilmesiyle gerçekleşiyor. Ona da katılmayı çok arzu ediyorum. İlk ralli yarışım 2005 Dünya Şampiyonası Türkiye Rallisi’ydi. Yine bir dünya şampiyonasında yarışma fikri beni çok heyecanlandırıyor. Pist yarışları ve ralli birbirlerinden farklı disiplinlerde olsalar da temelde büyük bir hazırlık istiyor. Bir kere son derece ciddi ve konsantre olmalısınız. Çünkü kaza riski var. Çok yüksek süratlerde otomobil kullanırken sadece otomobili ve önünüzdeki yolu düşünmelisiniz. İşle ilgili ya da hayatınızın geri kalanıyla ilgili bir şey düşünemezsiniz. Bu da her şeyden kopup o ana odaklanmanızı sağlıyor. Yarışın sonuna geldiğinizde zihnen yaşadığınız rahatlama tarif edilemez. Egoya da pek yer yok. Ben bu virajı böyle dönerim diyemezsiniz. Çünkü fizik kuralları sizi takip etmez. Soğukkanlı ve kontrollü olmayı öğretir size.

Bildiğim kadarıyla otomobil yarışlarının dinamikleri arasında tercih edilen kıyafetlerin de önemi var. Sizin kıyafetler, aksesuarlar tercihleriniz ne yönde?
Bu konuda uluslararası güvenlik standartlarını takip etmek durumundasınız. Otomobil sporları içerisinde risk barındırsa da standart önlemler alındığında güvenli bir hale geliyor. Kıyafetler de bu önlemlerin bir parçası. Belli bir süre sizi alevlerden koruyabilen malzemelerden üretiliyor. Aynı şekilde kask ve HANS gibi kafa ve boynumuzu koruyan ekipmanlarımız var. Otomobiller de yangın söndürme tesisatından güçlendirilmiş takla demirlerine kadar güvenlik ekipmanlarıyla dolu.

Peki ya saatlere olan merakınız?
Saatler de tıpkı otomobiller gibi yüzlerce yıllık bir geleneğin ürünü. Kalbinde tıpkı bir otomobilin motoru gibi bir mekanizma var. El işçiliği çok ön planda. Dolayısıyla saatlere de ilgi duymam çok şaşırtıcı değil. Saatlerin bir özelliği de çok kişisel olmaları. Sizinle beraber hayatınıza şahitlik etmeleri. Yüzlerce yıllık emek, birikim bir kayışla bileğinize bağlı. Otomobil için böyle bir şey söz konusu değil.

 

 

Saatlerde ne tarz formlar hoşunuza gidiyor? Geçtiğimiz aylarda Cenevre, İsviçre’de düzenlenen SIHH 2018’de ince formlu kasalar hemen göze çarpıyordu.
İnsanın zevki dönem dönem değişiyor. Eskiden daha büyük ve hacimli saatleri tercih ederdim. Şimdi biraz daha yalın, daha gösterişsiz ama her yerde olmayan, bir yıl içerisinde çok sınırlı sayıda üretim yapan atölyeleri seviyorum. Örneğin, F.P. Journe. Yılda sadece 900 adet saat üretiyor. Markaya ismini veren François-Paul Journe, tezgâhının başında bizzat saatlerle ilgileniyor.

Saatlerde favoriniz hangi modeller?
Laurent Ferrier. Dünyaca ünlü 24 saatlik Le Mans yarışlarında 1979 da Paul Newman’ın arkasından üçüncü olmuş bir saat ustası. Kendisiyle tanışma ve yarış hikâyelerimizi karşılıklı paylaşma imkânım da oldu. Yılda sadece 100 adet saat üretiyor. Otomobil yarışçısı olması sebebiyle dengeye çok önem veriyor. Tasarımındaki sofistike yalınlık ve kusursuz mekanizmalar otomobil merakından ona miras.

Bu tarz saatlerde sizi cezbeden nedir?
Çok daha duygusal olduklarını düşünüyorum. O markaya ve modele hayat veren insanın duygularının o saatte hissedildiğine inanıyorum. Bir de daha çok seyirci olduğum Greubel Forsey var.

Saatler ve otomobiller haricinde bu aralar ilgi duymaktan keyif aldığınız bir alan var mı?
Tarih ile ilgili araştırmalar yapıyorum. Bu ilgim Gilan ile de örtüşüyor. Özellikle İstanbul ve Anadolu tarihiyle ilgili okumalar yapıyorum. Bununla ilgili önümüzdeki dönem seyahatler yapacağım. Gitmek istediğim yer Hititler’in yaşadığı bölge olan Boğazköy ve civarı. Bu arada Hititler’le ilgili Gilan’da sayısız koleksiyonlar hazırladık.