Yedinci Kıta’yı Ziyaret

16. İstanbul Bienali, son zamanlarda sanat dünyasının yakından takip ettiği küresel ısınma ve iklim değişikliği konularına dikkat çekiyor. Bienal, Yedinci Kıta temasıyla bir kez daha İstanbul’u sanatla buluşturuyor.

Şehre bir kez daha bienal geliyor! İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından, Koç Holding sponsorluğunda düzenlenen İstanbul Bienali’nin 16. edisyonu, 14 Eylül-10 Kasım arasında hem şehirlilerle hem de her yıl bu büyük sanat etkinliğini yerinde görmek isteyen uluslararası ziyaretçilerle buluşuyor. Bienalin bu yılki başlığı Yedinci Kıta, insanlığın sebep olduğu doğal veya kültürel atıklara antropoloji ve arkeolojinin araçlarıyla bakan güncel sanat çalışmalarına odaklanıyor. Başlığını okyanuslarda yüzen devasa atık yığınına verilen isimden alan bienal, sanat ve ekoloji arasındaki ilişkiyi de tartışmaya açıyor. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi İstanbul Resim ve Heykel Müzesi, Pera Müzesi ve Büyükada olmak üzere şehrin üç farklı noktasına yayılacak ücretsiz sergilerin yanı sıra çeşitli buluşmalar, konuşmalar ve film programıyla farklı bakış açıları da Yedinci Kıta’ya dâhil edilecek. İlk açıklanan mekânlarından Tersane İstanbul, yapılan testler sonucunda ziyaretçilerin ve sanatçıların sağlığına tehdit oluşturduğu sebebiyle açılışa birkaç hafta kala bienal programından çıkarılmıştı.

Japonya’dan Arjantin’e, ABD’den Polonya’ya, İran’dan Tayland’a dünyanın dört bir yanından 57 sanatçı ve sanatçı kolektifinin eserlerine yer verecek bienale Türkiye’den yedi sanatçı katılıyor. 38 sanatçı İstanbul Bienali için yeni eser üretiyor.

Yedinci Kıta sanatı, insanın etkilerini, takip ettiği yolları, bıraktığı izleri ve insan olmayanlarla etkileşimini araştıran bir antropoloji olarak tanımlıyor. Bienal ana başlığını, Antroposen çağının küresel ısınmayla birlikte en gözle görünür sonuçlarından biri olan, Pasifik Okyanusu’nun ortasındaki devasa atık yığınından alıyor. Popüler bilimde Yedinci Kıta olarak anılan bu kütle, 3,4 milyon kilometrekare genişliğinde, 7 milyon ton ağırlığındaki bir plastik yığınından meydana geliyor. İnsan atıklarının okyanusun ortasında yeni bir kıtanın oluşumuna sebebiyet verdiği bu olay, 16. İstanbul Bienali için ekolojik sorunlar karşısında sanatın güncel durumunu pek çok sanatçı, düşünür, antropolog ve çevreci ile birlikte araştırmak için bir çıkış noktası oluşturuyor.

Bu yıl bienalin küratörlüğü, küratör, yazar ve akademisyen Nicolas Bourriaud’ya emanet. Kariyeri boyunca dünyanın önemli güncel sanat merkezlerinde ve müzelerinde direktörlük ve küratörlük yapan, vakıflara danışmanlık veren Bourriaud, Halen kurucusu olduğu ve bünyesinde La Panacée sanat merkezi, Ecole Supérieure des Beaux-Arts ve 2019’da açılacak MoCo Müzesi’ni barındıran Montpellier Contemporain’ın (MoCo) direktörlüğünü yürütüyor. Bienalin yeniden şehre gelmesini fırsat bilip, Nicolas Bourriaud’ya ülkemizin bu en önemli sanat etkinliğiyle ilgili merak ettiklerimizi sorduk.

16 yıldır düzenlenen bu bienal hakkında sizin şahsi görüşleriniz neler?

İstanbul Bienali’ni ilk kez 1999’da ziyaret etmiştim ve zamanlamaları uymadığı için son ikisi hariç her edisyonunu gördüm. Bienal bana her zaman ilgi çekici gelmiştir çünkü küratörlerden çağdaş sanat üzerinden kendi bakış açılarını geliştirmeleri istenir ve bienalin tam olarak yaptığı şey de bu; kişisel bir vizyon geliştirmenize olanak sağlıyor. Burada küratöre dayatılan tek bir mekân yok, uluslararası pavyonlar da yok. Küratörler oldukça özgür hareker edebiliyorlar ama aynı zamanda İKSV’nin profesyonel yapısını da her an yanınızda hissediyorsunuz.

İstanbul’u “ikili düşüncenin hâkim olduğu günümüz siyasi ortamında bir kesişme noktası” olarak tanımlamıştınız. İstanbul’u, bienal ortamıyla ilgili olarak ve günümüz siyasi ortamıyla ilgili olarak nasıl bir kesişme noktası olarak görüyorsunuz?

İstanbul, bir beyanda bulunmak için mükemmel bir yer; üstelik sadece sanatla ilgili olarak değil, bienallerin düzenlendikleri bölgeye olan sorumlulukları açısından da. İstanbul Bienali’nin ilk açıklanan mekânlarından Haliç’teki tersaneyi çevresel sebeplerden dolayı programdan çıkarmak bence çok güçlü bir beyandı. Bienaller tarihinde ilk kez bir mekân, açılıştan bir ay önce, yapılan testler sonucunda iptal edildi. Öncelikli olarak halk sağlığına zarar vermemeyi düşündük, ama aslında bu durum, İstanbul’un o bölgesindeki şehirleşmenin vardığı noktaya da dikkat çekti. Bu, sanat ve politikanın kesiştiği noktaya da güzel bir örnek. Tersanede tüm yerleştirme işlemleri bitmiş olmasına rağmen, sanatçılar iptal kararına çok pozitif yaklaştı.

Bienale 60 kadar sanatçı katılıyor. Sanatçılarla ya da eserleriyle ilgili dikkat çekmek istediğiniz bir nokta var mı?

Bir bienal, eserlerin tek başlarına varlıklarıyla değil, eserler arasındaki diyalogla alakalı olmalı. Dünyanın dört bir yanında çok fazla bienal gezdim ve çoğunda sanat eserleri önemsiz bir temayla birbirlerine bağlanmaya çalışılmıştı. İstanbul’da bunun tam tersini yapmaya çalışıyorum. Bu biraz operayı anımsatıyor; bir resim yanındaki enstalasyon üzerinde yankılanmalı, bir heykel bir video ile iletişime girmeli…

Kamusal Program’ın teması Yedinci Kıta ve çevre ile ilgili kaygılar da yine bienal kapsamında sanatçılar, düşünürler, antropologlar ve çevrecilerle birlikte ele alınacak. Siz Yedinci Kıta’dan söz edilmeye başlanan ve dünyayı tehdit eden çevre ile ilgili konularda sanatçıların yeterince tepki gösterdiğini düşünüyor musunuz?

Bir bienal süresince gerçekleşen söyleşiler ve toplantılar, sanatın halkın tartışmasına açıldığı alanlardır. Bu toplantılarda farklı bilgi ve uzmanlık alanlarına sahip sanatçılar ve düşünürler arasındaki yüzleşmelere ve bilgi alışverişine şahit oluruz. Şu sıralar herkes kendi kişisel alanından dışarı adım atarak sosyal sorunlar üzerine konuşmaya başlıyor. Bahsettiğiniz gibi sansasyonel bir şeyler beklediğimi söyleyemem çünkü çevresel sorunlar ve iklim değişikliğiyle ilgili güçlü adımları sanat veya bilim değil, politika ve ekonomi atabilir ancak. Eğer politikacılar kendilerine söylenenleri biraz dinlese, dünya hızla değişmeye başlayacaktır.

16. İstanbul Bienali’nin kavramsal çerçevesi geçtiğimiz yılın aralık ayında açıklandı ve siz de orada bazı düşüncelerden söz ettiniz. Geçmişten günümüze kitleleri etkileyen bazı sanat akımları var… Klasik akımları bir kenara bırakacak olursak sürrealizm, ekspresyonizm, pop art, konsept art, feminist art hatta art povera gibi akımlarla karşılaşıyoruz ancak özellikle 50’li yıllardan beri katlanarak artan çevre sorunlarını ele alan bir sanat akımına rastlamadık. Green Artist veya Environmental Artist gibi nitelenen isimler olsa da sanırım bu henüz bir akım haline gelememiş. Sizce sanatçılar, çevre ile ilgili sorunlara bir sanat akımı ile tepki verebilir mi?

Evet, bu konulara parmak basan, kendisine “Green Artist” veya “Environmental Artist” diyenler var ama henüz bir sanat akımı çıkmadı ortaya. Olası bir sanat akımının daha etkili olacağından emin miyiz? Çevresel sorunlar söz konusu olduğunda neden sanatçılar büyük gruplar halinde harekete geçmiyor? Böyle bir şey yapmak ne kadar mümkün? Yedinci Kıta’nın sanatçıları bir hareket altında birleştirmediği konusunda haklısınız. Ama bence artık sürrealizm veya pop art gibi organize akımların oluştuğu dönemi geride bıraktık. Sürrealizm, Andre Breton’un tek başına yönettiği bir gruptu; pop art ise galericiler ve eleştirmenlerin yürüttüğü bir koalisyondu. Bu tür hareketlerin varlığına olanak sağlayan kültürel koşullar artık mevcut değil. Günümüzde, kültürel değişiklikler daha kompleks durumlar sonucunda ortaya çıkıyor: Hareketler yerine farklı birilerin bir araya geldiği ağlar kuruluyor. Büyük dalgalar yok, birbirini takip eden küçük dalgalar var. Ayrıca, eğer halkın bir araya gelmesi için devasa bir sanatsal hareketin olmasına ihtiyaç varsa bile bu yapay ve gereksiz olurdu diye düşünüyorum. Ben de environmental artists yerine içinde bulunduğumuz kuaterner dönemini temsil eden eserler veren sanatçıları bir araya getirmeye özen gösterdim. Bu fenomen herkes tarafından farklı algılanıyor ve her sanatçı farklı eserler veriyor. Peki, bu sanatçıları birbirine bağlayan şey ne? Bir probleme dikkat çekmenin ortak bir noktası, ortak problemler, daha önce ilgi çekmeyen bir şeyin bir anda merak uyandırması… Fakat iklim değişikliği bir problem değil, aciliyeti olan politik bir mesele.

Röportaj ZEKİYE YARAŞ MERİÇ