Viyana’da Palais Hansen Kempinski ile Köklere Dönüş
Palais Hansen Kempinski’nin sanatla bütünleşen mimarisi, geçmişin izinin sürüldüğü Viyana sokaklarına çok yakışıyor.
Turuncu-beyaz karışımı renkteki gökyüzü kar yağışının habercisi gibi görünürken, Viyana’nın kuru soğuğunun benim gibi sıcak iklimlerde yaşayanların kâbusu olabileceği düşünülebilir. Ancak oldukça soğuk bir şubat öğleden sonrası indiğim Viyana Havalimanı’nda böyle bir hissiyata kapılmıyorum. Kendi kendime yaptığım, “Müphem düşüncelere gerek yok” telkininin bir nedeni var: Bu şehri keşfedebilmek için hepi topu üç günüm var ve şehrin en elit bölgelerinden –ünlü yazar Stefan Zweig’in de yaşadığı– Schottenring Caddesi’ndeki Palais Hansen Kempinski’ye misafir oluyorum.
Schwechat’taki havalimanının gelen yolcu girişinde sıra sıra taksiler karşılıyor beni. Üzerimdeki kalın paltoya iyice gömülüp, kaşkolumdan sadece nefes almak için bıraktığım aralıktan burnumu hafifçe dışarıya uzatıyorum. Tam bu sırada, hemen önümde duran taksinin sürücüsüyle göz göze geliyoruz. “Palais Hansen Kempinski’ye gideceğim” dedikten sonra, Türk olup olmadığımı soruyor ve doğrusu şaşırıyorum. Bu şaşkınlığın otele adım attığım ilk anda tekerrür edeceğinden habersiz –zira orada da birkaç Türk görevliyle karşılaşacaktım– bu Ortaçağ açık hava müzesini anımsatan şehirde ne çok Türk olduğuna yönelik derin bir sohbete dalıyoruz.
Her ne kadar ulaşımımda taksi tercih etsem de, düzenli seferler ve şehrin neredeyse her sokağına ulaşan toplu taşıma ağıyla koşulsuz bir dinginlik vaat ettiğini belirtmeden edemeyeceğim. Ses duvarlarının örüldüğü otobanda yaklaşık 25 dakika yol kat etikten sonra karşımda tüm heybetiyle Palais Hansen Kempinski duruyor. 1869-1873 yılları arasında, 1873’teki Dünya Fuarı için inşa edilen bu taş bina, 1990’lı yılların ortalarında otel olarak hizmet vermeye başlamış.
GEÇMİŞE SADIK KALMAK
Otelin bulunduğu Ring Boulevard’ın en önemli mimarları olarak tanınan Heinrich Förster ve Theophil Edvard Hansen imzalı bu yapının renovasyonu Kempinski Group tarafından Viyanalı mimar Boris Podrecca ve Atelier Hayde Architekten tarafından gerçekleştirilmiş. Otelin iç dizaynı ise Jean-Claude Laville’e ait. Hansen tarafından binanın ön cephesine eklenen illüstrasyonlar bugün hâlâ varlıklarını gösteriyor. İçerideki tırabzanlar, lobideki kalın sütunlar, balo salonunun fuaye alanı, 19. yüzyıldan kalma pencere pervazları ve merdivenler ilk günkü gibi çarpıcı görünüyor.
Geçmişin bu büyüleyici etkisinin altındayken lobinin sol tarafındaki barda çağdaş sanat galerisi Leskovar’dan seçilen eserler ilişiyor gözüme. Çok geçmeden ülkenin önde gelen pop art sanatçısı Devin Miles ile yapılan işbirliğini öğreniyorum Palais Hansen Kempinski PR ve İletişim Müdürü Nina Honzik’ten: “Kendisi bizim için özel edisyonlar hazırladı. Avusturyalı şarkıcı Falco ve aktris Romy Schneider’ın portreleri bu edisyonlardan bazıları. Misafirlerimiz bu bölümdeki eserleri dilerlerse satın alabiliyorlar.” Ama yalnızca bu bölümdeki eserler satışa sunulmuş. Otelin 152 süitine yerleştirilen –her biri birinden farklı– diğer eserler sadece seyirlik. “Hepsi dekorasyonun parçası” diyor Honzik kibarca bu sana eserleri için. Odamın duvarlarından birini boydan boya kaplayan bir balerin fotoğrafı hoşuma gitse de, satın alamayacak oluşuma üzülüyorum. “Buraya bir kez daha gelebilmek için gayet iyi bir neden” diyorum gülümseyerek.
Palais Hansen Kempinski’nin geçmiş ile günümüzü bir araya getirişinin belki de en belirgin örneği, odalara yerleştirilen iPad’ler. Oldukça acıktığım ilk gece, oda servisi menüsünü haldır haldır etrafta aradığım anda yatağımın başucunda sessiz sedasız duran iPad ile göz göze geliyorum. Ekranı açıp menü seçeneğine tıkladığımda ‘Oda Servisi’ ile karşılaşıyorum. Üstelik sadece oda servisi değil, spa ve otel restoranları için de rezervasyon seçenekleri bulunuyor.
YILDIZLI LEZZETLER
Şnitzelsiz bir yerel Viyana mutfağı düşünülemese de, Palais Hansen Kempinski’nin tek Michelin yıldızlı restoranı Edvard’da çıktığım fine dining lezzetler yolculuğu, Viyana seyahatimi daha da anlamlı kılıyor. Norman Etzold’un şefliğinde hazırlanan menü özellikle öğle saatlerinde profesyonellerin vazgeçemediği duraklardan. Yaklaşık bir saat süren bu özel menü tadımı, önemli toplantıları keyifle taçlandırıyor. Trüflü risottosu ve ıstakoz çorbası ise kısa sürede favorim oluyor. 40 kişilik Edvard’ın sıva ile kaplı duvarları, koyu ahşap zemini ve limon yeşili ile beyaz renk dekorasyonu yemek deneyiminizi farklı bir boyuta taşımayı başarıyor.
Geleneksel lezzetlerin tadına bakmak isteyenler için önerim ise otelin ana restoranı Die Küche. Şnitzelin yanı sıra burada sabahları servis edilen Tayvan mutfağı lezzetleri sıra dışı kahvaltıların habercisi…
MUTLAKA GÖRÜN
Bahar aylarında Viyana’nın tadı nasıl çıkar? Bu soruyu tek bir cümleyle, “Mozart, Beethoven, Haydn, Schubert, Brahms, Strauss ve Mahler’in eserlerini dinleyerek ve kafelerde dinlenerek” ile yanıtlardım. Örneğin; ılık bir bahar gününe Cafe Demel’de kahvaltıyla başlayabilir; ardından şehrin merkezine tramvay ile çabucak ulaşıp, Hofburg Sarayı’nı dolaşabilirsiniz. Burada mutlaka görmeniz gereken yer, Avusturya İmparatoru Franz Jospeh’in güzel eşi Elisabeth Amalie Eugenie’nin nam-ı diğer Sissy’nin kullandığı odalar… Devasa çini sobalar, ünlü ressamların tabloları ve muazzam yemek salonu görülecekler listenizde yer almalı.
DENEYİN
Viyana’da öğle yemeği için Café Mozart anlamlı bir seçim olabilir. Tam da bu noktada Albertina Meydanı’nda 1899 yılından bu yana dokusunu muhafaza ederek ayakta kalan mekânın müdavimleri arasında bir dönem Mozart’ın bulunduğunu belirtmeliyim. Menüsünde Türk kahvesine de yer veren Café Mozart’ın sachertorte keki, geleneksel lezzet avcılarının radarına çoktan girmiş bile.
ALIŞVERİŞ
Viyana eski şehir merkezinde, Aziz Stefan Katedrali’nin yakınındaki Graben, şehrin en ünlü alışveriş caddelerinden. Chanel, Louis Vuitton, Kiton gibi ünlü markaların butiklerine burada rastlayabilirsiniz. Ancak burası, tam merkezinde yükselen sütunla da dikkatleri üzerine çekmeyi başarır. Veba Sütunu adı verilen heykel, 1679 yılında yaşanan veba salgını üzerine I. Leopold tarafından yaptırılmış.
MİMARİ
Viyana’da yürürken gözüm hep yukarılardaydı. Zira binalar tam anlamıyla mimari bir keyif sunuyor burada. La Belle Époque akımının en doyumsuz örneklerine rastlayabilirsiniz Viyana eski şehir merkezinde. Çoğu yaklaşık yedi katlı olan bu binalar, oyma-kakma sanatının en müthiş örneklerini sunuyor.