Türk Çağdaş Sanatının En Dikkat Çeken Ressamlarından Biri: Çağatay Odabaş

Puantilizm tekniğiyle sinema örgüsünden yakaladığı anları ustalıkla ölümsüzleştiren bir sanatçı.

Türk çağdaş sanatının en dikkat çeken ressamlarından biri de kuşkusuz Çağatay Odabaş. Koleksiyonerlerin her daim ilgi gösterdiği ve sadece yedi renk kullanarak hazırladığı yapıtları ise adeta gerçeküstü! Kendisini “disiplinli ve titiz bir insan” olarak tanımlayan sanatçı, puantilizm tekniğinin de benzer motivasyonlar gerektirdiğini anlatıyor. Heyecan ve tutkunun her daim ön planda olduğunu hissettiğimiz bu eserleri yakından incelemek için sanatçının İstanbul, Moda’daki yeni atölyesindeydik.

Sinemaya olan tutkunuzdan ve bunun sanatınız üzerindeki etkisinden bahseder misiniz?

1984 yılında annem beni Süreyya Sineması’nda E.T.’ye götürüyor. O zaman yaşım üç buçuk civarı. Annem, “Ya çok korkacaktın ya da çok hoşuna gidecekti. Çok hoşuna gitti. Ağzın açık izledin. Çıkaramadık seni sinemadan” diye anlatıyor. Benim en büyük şansım, rahmetli dayımın 1980’li yıllarda Video Haber diye bir dergi çıkarmasıydı. Henüz Türkiye’de yayınlanmadan önce Warner Bros’tan, MGM’den filmler gelir, dayımlar da filmleri izler, özetlerini çıkarır ve tanıtımlarını yapardı. Bu filmler normal hayatta göremeyeceğim pek çok şeyi bana gösterip, hayatımda yaşayamayacağım birçok şeyi bana anlatan ve kendimi ifade edeceğim yollar sunan bir mecra haline geldi. Bazı filmleri saplantı gibi binlerce kez izlerdim. Sonrasında filmleri izlerken bir anda içimdeki çizim sevdası ortaya çıktı. Kendi dünyamda vakit geçirmeyi çok seven bir çocuktum. O filmlerdeki vampirleri, zaman makinelerini, karakterleri çiziyordum. Hayatınızda damıttığınız şeyler, ürettiğiniz şeylere vesile oluyor. Bir yerde yaşadıklarınız, sizin ürettiklerinize yansıyarak yeni bir şey oluşmasına sebebiyet veriyor. Sinema, çizim derken bu eserler ortaya çıkmaya başladı. Ben naçizane her sanatçının, sanatının yanında beslendiği bir hobisinin olması gerektiğini düşünüyorum. Bu her şey olabilir. Çizgi roman koleksiyonu, otomobil merakı, asma kilit koleksiyonu, bitkiler, hayvanlar… Bir şey beslemeli. Benim yaptığım koleksiyonlar hep filmlerle alakalı.

Puantilizm tekniğiyle çalışıyorsunuz ve bu gerçekten de çok çarpıcı…

Puantilizm benim bulduğum bir teknik değil ama başarıyla kullandığım bir teknik. Ben bunu kendi renklerime entegre ettim. Bütün resimlerimi yedi renk üzerinden yapıyorum. Siyah-beyaz olanlarda da, renklisinde de bu yedi rengin doğru şekilde karışıp bize istediğimiz sahneyi sunmasıyla oluşuyor. Önce filmlerdeki sahneleri seçiyorum ve benim en önemli kuralım; resimlerimin Çağatay Odabaş resimleri olmasının sebebi, her filmdeki karakteri sadece bir kere resmediyor olmam. İkinci defa yok. Her karakteri sadece bir defa kullanıyorum. Bu eserlerde çok büyük emek var. Bittiği zaman o film ve o karakter sonsuza dek kapanmış oluyor benim için. Dolayısıyla gözümden bile sakınıyorum. Her birinin arkasına nazar boncuğu takarız. Heyecan ve tutku olunca her şey obsesif hale geliyor. Puantilizm de eserlerimi oluşturma sürecinde hoşuma giden disiplinli bir teknik. Atölyemi gördünüz, oldukça disiplinli ve titiz bir insanım. Eserlerim de aynı şekilde simetrik ve işlenmişlerdir. Çocukken deli gibi Lego’larla oynardım. Oradaki tadın aynısını da bu teknikte buldum. Lego’yu aldığınız zaman kutusunun üzerinde yapılıp bitmiş sonucun bir görselini görebiliyorsunuz ama kutuyu açınca parçalar her yere dağılmış vaziyette oluyor. Benim tekniğim de buna benziyor. Ben ortaya çıkacak sonucu biliyorum ama eseri tamamlama süreci yine de zevk veriyor.

Her bir sinema karakteri üzerine sadece bir kez çalışıyorsunuz. Resmedeceğiniz sahneyi seçmek zor olmuyor mu?

Çok zor ama işin güzel kısmı da o. Hem o karakteri ifade eden, hem de benim haz duymam gereken bir sahne olması gerekiyor. Resmin büyük ya da küçük olması hiç önemli değil. Eserin biricik olmasını, özel olmasını bu sağlıyor. Mesela Scarface’den bir sahne resmetmiştim. Hâlâ onu bir sürü koleksiyoner istiyor ve benden bir tane daha yapmamı rica ediyorlar. Yapmıyorum. “O zaman alan kişinin telefonunu bize ver” diyorlar. Böyle pek çok kişinin peşinde koştuğu eserim var. Bu da beni oldukça mutlu ediyor. İyi bir Rolex veya Ferrari almak için beklemeniz gerekiyor. Ona sahip olmak kolay değil. Bir filmdeki sahneyi sanatçının bir kere tercih etmesini de buna benzetiyorum.

Atölyenizdeki Funko Pop koleksiyonunuz da dikkatimizi çekti. Koleksiyon tutkunuz nasıl gelişti? Atölyemde 1991 yılında aldığım Ninja Kaplumbağalar oyuncaklarım hâlâ duruyor. Bizim ailemizde önemli şeyleri saklama olayı vardır. Babam iki yaşından beri yaptığım her şeyi saklamış. Bütün çizimlerim duruyor. Hepsinin arkasında tek tek tarihi var. Hayatınızdaki önemli şeylere sahip çıkmak, onlara gelecekte dönüp baktığınız zaman o geçmişteki şeyleri yeniden yaşamanızı sağlıyor. Bu his de sizi besliyor. O kadar büyük bir tutku ki. Şimdi mesela bu Funko Pop’ların Netflix’te belgeseli var. İzlemenizi tavsiye ederim. Orada bir adam koleksiyon tutkusunu anlatıyor. “Çocukken, gençken sahip olmadığınız bir şeye ilerleyen yıllarda sahip olabilme ve tekrar hayatınıza sokabilmek çok harika” diyor. Ninja Kaplumbağalar koleksiyonumda 1991 yılında çıkan Raphael ve Michelangelo eksik, bulmaya çalışıyorum. O tutkuyu içinde yeşerttikçe, bir ağacın oluşmasına vesile oluyorsunuz. Ben aynı zamanda E.T. koleksiyonu yapıyorum. Gerçek boyutta bir E.T. de getirmeye çalışıyoruz atölyeye.

Peki, ileride başka tekniklerle çalışmayı düşünür müsünüz?

Ben daha önceden farklı tekniklerle çalıştım. Boncuklar kullanarak farklı eserler yaptım. Tıpkı bir modacının çeşitli tarzları deneyip sonra kendi tarzını oluşturması gibi; değişik teknikler denedim ve şu an kendimi en iyi ifade edebildiğim tarzın bu olduğunu düşünüyorum. Bir şeyin çilesini çekmeden onu mükemmelleştiremiyorsunuz. Bir şeyi geliştirmek için onu tüketmek lazım. Benim resimlerim çok uzun zaman alıyor. Ekiple çalışmama rağmen yeri geliyor bir eserin bitmesi üç dört ay sürüyor. Dolayısıyla o doyum ve tüketme süresi standart bir resim gibi değil. Henüz bu serüven devam ediyor. Çalışırken sürekli yeni fikirle geliyor aklıma. Aklımda üçboyutlu eserler yapmak da var ancak istediğimi gerçekleştirebilmek için henüz yeterli teknoloji yok.

Geçtiğimiz aylarda atölyenizi de taşıdınız.

Buraya yeni taşındık, neredeyse dört ay oluyor. Resim atölyesi yapacak mekân bulmak zor çünkü en basitinden bu eserlerin giriş çıkışıyla ilgili lojistik sorunlar oluyor. Yeni atölyemin benim için bir sürü avantajı oldu. Daha geniş ve rahat bir alan olduğu için, ben burada hobilerime daha fazla vakit ayırabildim. O zamanı yaratmak, resimlerimi daha fazla besliyor. Buraya geldiğimde bunu fark ettim. Koleksiyonlarımı daha rahat sergiliyorum. Yeni atölye ve yeni eserler üretmek de bana büyük bir heyecan verdi. Contemporary İstanbul’da sergilenecek eserleri atölyede hazırladık. Eylül ayı fuar işleri burada hazırlandı. Umarım sanatseverler de beğenir. Benim en büyük isteğim ise buradaki işimi biran önce bitirip evime, eşime, kızıma gitmek. Evime çok bağlı biriyim.

Türkiye’de sanat piyasası ve sanata olan ilgi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de bu işler son 10 yılda ivme kazandı. Yeni fuarlar, yeni galeriler derken sanat piyasasının hacmi büyümeye başladı. Buradaki en önemli etken koleksiyonerlerin bilinçlenmeye başlaması oldu. Eskiden bir eser beğenilip alınıyordu; şimdi koleksiyoner sanatçıyı tanıyor, onunla dost oluyor, onun dünyasını öğreniyor. Koleksiyonerler sanatçıyı tanıdıkça, o eseri hayatlarında daha iyi bir yere oturtuyorlar. Dolayısıyla bu durum Türkiye’deki sanat piyasasının bir kademe yukarı çıkmasına sebep oldu çünkü seçicilik ve kalite arttı. Fuarların güçlenmesi, galeri sayısının artması, yeni yeni müzelerin açılması derken hepsi Türkiye’deki sanat piyasasını olumlu yönde etkileyen girişimler. Çoğu kişi piyasayı karamsar görüyor fakat ben öyle bir karamsarlığa kapılmıyorum. Ekonomi kötüyse, bu her alan için geçerli. Tabi ki sanat da bu gidişattan etkilenecek bir kol. Fakat ben her zaman iyi ve başarılı olan şeyin dalgalarda bile batmayacağını düşünenlerdenim. Yelkenliniz sağlamsa fırtınayı aşarsınız. Eseri iyiyse sanatçı dalgayı aşar. Koleksiyoner bilinçli ise doğru eseri alır. O eserle yaşamaktan haz duyar. Türkiye’de sanat piyasasının iyiye gideceğini düşünüyorum. Mesela Nisan 2020’de sergim olacak Bozlu Art Project’te, galeri beş yıldır çok büyük ivme kazandı. Müze gibi kompleks binalar yaptılar. Mongeri binası var Şişli’de. Dolayısıyla çok pozitif bakıyorum. Negatif bakmanın hiçbir âlemi yok.

İLHAM KAYNAKLARI

Çağatay Odabaş, doğduğu 1980 yılından günümüze kadar geçen her yıl için favori filmlerini listeledi.

Star Wars V -The Empire Strikes Back (1980)
Raiders Of The Lost Ark (1981)
E.T. (1982)
Risky Business (1983)
Ghostbusters (1984)
Back to the Future (1985)
Aliens (1986)
The Lost Boys (1987)
The Beetlejuice (1988)
Bill & Tedd’s Excellent Adventure (1989)
Goodfellas (1990)
Terminator 2: Judgment Day (1991)
Scent of a Woman (1992)
Jurassic Park (1993)
The Shawshank Redemption (1994)
Heat (1995)
The Rock (1996)
The Devil’s Advocate (1997)
Saving Private Ryan (1998)
The Green Mile (1999)
Gladiator (2000)
The Lord of the Rings The Fellowship of the Ring (2001)
The Bourne Identy (2002)
The Lord of the Rings The Return of The King (2003)
Downfall (2004)
Batman Begins (2005)
Cashback (2006)
No Country for Old Men (2007)
The Dark Knight (2008)
District 9 (2009)
Inception (2010)
Shame (2011)
The Dark Knight Rises (2012)
The World’s End (2013)
John Wick (2014)
Mad Max: Fury Road (2015)
Arrival (2016)
It (2017)
Bohemian Rhapsody (2018)
Avengers: End Game (2019) & It 2 (2019)

Fotoğraflar: Erhan Tarlığ