Tuba Ergin ile Keyifli Bir Sohbet
TUBA ERGİN markasının kurucusu Tuba Ergin ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
1- Bize kuruluş hikayenizden bahsedebilir misiniz? Markanızı nasıl ortaya çıkardınız?
2010 yılında ”Garden of Denim Design” ın baş harflerinden oluşan ”GODD” markasını kurdum ve uzun yıllar üzerine çalıştığım denim ve spor giyim üzerine sürdürülebilir bir marka yarattım. Kısa bir sürede 7 ülkede dağıtımını sağladığım bu markadan sonra TUBA ERGİN markası ile yine sürdürülebilirlik kavramını vurgulayan, dinamik, şehirli ve çevreye duyarlı kadınların gündüzden geceye taşıyabileceği güncel markam ile serüvenim devam ediyor.
2- Tasarımlarınızı yaparken nelerden ilham alıyorsunuz?
Koleksiyonun ortaya çıkışı çok değişken olabiliyor. Bazen yeni çıkmış bir kumaş teknolojisi ya da var olan geleneksel bir kumaşın yeni yorumu üzerine kurabiliyorum. Örneğin 2014 yılında Türkiye’nin doğusuna yaptığım seyahat üzerine kullandığım ehram kumaş ya da telkâri tekniği ya da 2015 yılında yapmış olduğum 2017 ilkbahar yaz koleksiyonum Şile bezinden yola çıkarak hazırlanmıştı. Şile bezi, gerçek anlamda hem içerik hem üretim süreçleri bakımından tamamen organik bir kumaş, aynı zamanda tamamen bir Türk değeri olması çok etkilemişti beni. Genel olarak daha geleneksel el işçiliği ile yorumlanır. Ben onu daha yenilikçi bir yorumla hayata geçirmeyi tercih ettim. Kumaşın doğallığı ve yumuşaklığı, vermiş olduğu hissiyatı tekrardan tedavi ya da iyileştirme anlamına gelen ‘’RE-HAB’’ teması altında toparladım. Defilesini Yerebatan Sarnıcı’nda gerçekleştirdiğimiz koleksiyon, büyük beğeni toplamıştı. Bunun yanı sıra despotik gelecek kurgular, fütürizm, felsefe, doğa, teknoloji, sanat akımları, bazı spor dalları, etkilendiğim insanlar, tarihi figürler gibi her şeyden etkilenebiliyorum. Yeni yaz koleksiyonumun çıkış noktası ise çok beğendiğim ‘’Düne” filmi, mistisizm, gökbilimi ve güneşin tedavi edici ve enerji veren etkisi üzerine kurulu.
Koleksiyon teması netleştikten sonra konu ile ilgili derinleşmek üzere araştırma yapmaya başlıyoruz ekip olarak. Mood boardlar hazırlandıktan sonra, kumaş, renk, siluet ve işlentiler üzerine fikirlerimizi toparlayıp akabinde çizimlere geçiyoruz. Çizimler hazırlandıktan sonra ekipçe karar verip prototip haline getirilecekler seçilip kalıp çalışmaları başlıyor. Eş zamanlı baskı numuneleri, nakış çalışmaları, aksesuar onayları verilip ürünler nihai prototipler haline getiriliyor. Bu yaratım sürecinin keyfi tarifsiz ancak çok yorucu. Koleksiyon finalize olup da çekim aşamasına gelindiğinde herkes derin bir nefes alıyor ve o anın, düşünceden hayata geçirmiş olduğumuz bir hayalin keyfini çıkartıyoruz.,
3-Tuba Ergin markası ne tarz kadınları hedefliyor?
Cesur, şık, doğal, dinamik, üretken, güçlü, iddialı aynı zamanda çevreye duyarlı ve farkındalığı yüksek kadınları giydirmeyi seviyorum. Benim için bu kadını giydirirken ona sıra dışı alternatifler ve aynı zamanda gündüzden geceye taşıyabileceği kolay kombinlenen tasarımlar sunmak çok önemli.
4-Günümüz modası sürekli olarak değişiyor. Bu değişen kavramlara adapte olmak için çabalıyor musunuz? Moda sektörünün orta ve uzun vadede geleceğini nasıl öngörüyorsunuz?
Değişim zaten moda kavramının merkezinde yer alıyor. Bu sektörü benim için en cazip kılan taraflarından biri dinamizmi dolayısıyla değişime adapte olamayanın var olabileceği bir iş kolu asla değil. Moda sektörünün son yıllarda içinde bulunduğu giy-at kültüründen ve çılgınlığından sıyrılma çabasında olduğunu düşünüyorum. Özellikle pandeminin de büyük etkisi ile beraber zaten başlamış olan süreç büyük ölçüde hızlandı. Artık daha nitelikli ürünlere yer veren, felsefesi ve etik değerleri olan, bunları ön plana çıkaran markaların ve şirketlerin dönemi başlıyor.
5- Sürdürülebilirlik her sektörde olduğu gibi moda sektöründe de çok önemli role sahip olmaya başladı. Bu konuda sizin de çalışmalarınız mevcut. Tam olarak nasıl bir yol izliyorsunuz?
Yaşadığımız bu yüzyılda doğaya verdiğimiz zarar artık gözle görülür boyutta. Çevre, denizler ve havanın kirliliği, küresel ısınma, doğal kaynakların hızlı ve yüksek miktarda tüketiminin ekosistem üzerindeki etkisini artık somut bir şekilde yaşıyoruz. Durum bu kadar ciddi olunca, yaşamlarımızın önemli bir kısmı ve benim de uzun senelerimi verdiğim giyim sanayiini sorgulamak da kaçınılmaz oluyor. Sürdürülebilir moda nedir? “Sürdürülebilir moda”, “eko moda” ya da en genel tanımıyla çevreci, geri dönüştürülebilir, yüksek kaliteli ürünlerin yer aldığı moda akımı olarak tanımlanıyor. Sürdürülebilir moda felsefesindeki amaç, süresiz olarak devam ettirilebilir sistemler oluşturmak ve çevrecilik ile sosyal sorumluluk ilkelerinden dışarıya çıkmamaktır. Üretimde doğal, organik kumaşlar, dönüştürülmüş elyaflardan oluşan kumaşların kullanımı kadar tüm üretim sürecinde aynı prensibi uygulamak, hem üretim açısından etik ve doğa dostu, hem de gelecek nesillere bırakılabilecek daha iyi bir dünyayı temsil ediyor. Doğal yaşamda “çöp” diye bir kavramın olmadığı bir döngüsel sistem vardır. Bir türün atığı, diğer bir türün besini olur; enerji buradan üretilir ve varlıklar büyür, gelişir ve yeniden döngünün içerisine girerek yoluna farklı bir yerden devam eder. Medeniyetimizin kaynak kullanımı ise daha doğrusal; kaynak çıkarıyor, üretiyor ve sonra atıyoruz. Ürünleri yeniden düşünüp, yeniden tasarlarsak, güvenli ve doğada çözünebilir ürünlerin tekrardan doğaya kaynak olarak geri dönmesi sağlanabilir. Sürdürülebilir moda felsefesini; modanın çöpe gitmesine izin vermemek, mümkün olan en uzun süre kullanılmasını sağlamak ve yeni ürünleri geri ya da ileri dönüştürmek olarak 3 başlık altında toplayabiliriz. Yurtdışında uzun yıllar çalışma tecrübesine sahip olduğum için sadece Fransa’da değil, tüm dünyada genel olarak ve özellikle eğitim seviyesi yüksek ülkelerde bu akımın uzun süredir benimsendiğini gözlememe şansım oldu. Modanın merkezlerinden sayılan İtalya’da, gerek İtalyan firmalarla iş birliklerim esnasında sadece geri dönüşümlü ürünlerin sergilendiği showroomlar, konsept mağazalar gördüm. Dönüştürülmüş materyallerle tanışmam bu ülkelerde oldu. Türkiye’den de sürdürülebilir moda üzerine çalışan markaların çıkması benim için çok önemliydi. Yıllar içerisinde edindiğim izlenim, tecrübeler ve bu felsefeyle, kendi markamı yaratma kararı aldım. Ekolojik, organik ya da sürdürülebilirlik o dönemde daha çok sıkıcı bej penyeleri akla getirirdi birçok insan için. En azından ilk başta bu sürdürülebilir moda çerçevesinde atılan ilk adımlarla yapılan tasarımlar, teknolojinin de imkanlarından ötürü buna izin verirdi. Fakat uzun yıllar bu sektörün en büyüklerine tasarım danışmanlığı yapmış bir moda tasarımcısı olarak, bu inanışı aynı zamanda pazarın kucaklamak isteyebileceği arzu nesneleri haline getirmem gerektiğini düşündüm ve ekolojik, geri ve ileri dönüşümlü ürünlerden oluşan, moda farkındalığı yüksek bir marka olarak tasarladığım ilk markam olan Garden of Denim Design, baş harfleri G.O.D.D. olan premium bir denim markası yarattım. Ağırlıklı olarak denim ve örme üstlerden oluşan bir koleksiyon ile yola çıktım. Kadın vücudunu mükemmel gösteren fitlerin, kesimlerin yanı sıra ozon, susuz yıkama, lazer gibi teknikleri de kullandım. Kâğıttan ve gümüşten yapılan, elyaflardan oluşan denim kumaşlar kullandım. Organik koton, önemli bir gıda atığı olan süt ve ondan yapılan elyaflarla oluşturulmuş, dönemin çağdaş formlarından oluşan zahmetsiz şık penyeler, dönüştürülmüş pvc gibi malzemelerden ceketler tasarladım. Farklı tutarlılıktaki materyalleri kombinleyerek, malzemelerde inovatif ve çevreci, ama giyilebilir, güncel koleksiyonlar ürettim. Endüstriyel atıkları gerek aksesuar, gerek garni olarak kullanıp, bunları organik kumaşlarla kombinleyerek tasarımlarımı hazırladım. Araba, bisiklet şambreller gibi endüstriyel atıkları geri dönüştürerek birer tasarım objesi ve hazır giyim ürünü haline getirdim. Kolay bir süreç olduğunu söyleyemem; tüm bu atıkların birer giyim objesi haline gelmeden önce sağlığa zararlı olmadıklarına dair testler de yaptırdım. Dikimi, kesimi ve genel olarak üretimi çok farklı olan bu malzemeleri öncelikle kendim işlemeyi öğrendim. Sonrasında seri üretimini yapabilecek atölyeler bulup, onlarla teknikler geliştirdik. Sadece endüstriyel atıklar değil, kullanılmış eski ordu çantalarını parçalara ayırıp, vejetal deri ve trikolarla birleştirerek ceketler haline getirdim. Her koleksiyon, yeni bir atık ve malzemeyi işleme konusunda uzmanlaştırdı beni. Elektronik baskı devre kartlarından somon balığı derisine kadar kullanmadığım, dönüştürmediğim malzeme kalmadı. Ofisimin yakınında bulunan oto tamircisinin önünden geçerken serilmiş atık şambrelleri gördüm; içeri girip, satın almaya çalıştığımda tamircilerin yüzündeki şaşkın ifadeyi hiç unutamıyorum. Temizleyip, parlattıktan sonra ortaya çıkan üzerlerindeki yamalar, yaşanmışlıkla oluşan izler, hiçbir yeni üretilen mamulde olamayacak kadar özel kılıyordu onları. Sadece temizlemekle kalmayıp, öğrendiğim farklı tekniklerle kadın giyiminde daha arzu edilebilir bir formata da getirmeye uğraştım. Deri alternatifi olarak kullandığım bu malzemeyi ilerleyen yıllarda, ipek gece elbiseleri ile bile kombinleme şansım oldu. Şu anda da TUBA ERGIN markası altında aynı felsefeyi sürdürmeye devam ediyorum. Sürdürülebilir moda, üretim süreci ve kullanılan malzemelerin maliyeti açısından ticari anlamda her zaman yüzde yüz uygulanması çok mümkün olmasa da koleksiyonun büyük oranını bu çerçevede tutmak için özen gösteriyorum.
6-Tuba Ergin markasını 10 yıl sonra nerede ve nasıl görüyorsunuz?
Gerek online gerek offline perakende ve toptan satış kanallarımızı genişlettiğimiz global bir tasarım markası olarak görüyorum.