Soğuk Milano’da Sıcak Günler
Sonbahar/Kış 2019/2020 koleksiyonalarının sahne aldığı Milano Erkek Moda Haftası’ndan izlenimler…
Sonbahar/Kış 2019/20 koleksiyonlarının arz-ı endam eylediği Milano Erkek Moda Haftası ya da resmi adıyla Moda Uomo temsil ettiği sezona yakışırcasına buz gibi bir havada geçse de dört gün boyunca kentin farklı mekanlarında düzenlenen defilelere koşuşturmaktan ve spot ışıkları altında oturmaktan dolayı soğuktan çok sıcağın hissedildiği enteresan bir zaman dilimi de oldu. Yine de bu sezonun en çok konuşulan meseleleri çok da sürprizli bir koleksiyonla karşılaşılmaması, genele hakim olan 1960’lar esintisi ve farklı defilelerde karşımıza çıkan binicilik temasıydı. Klasik İtalyan tarzından çok tüm dünya modasına egemen olan sokak stilinin ağır bastığı ve genç tasarımcıların sayıca arttığı bu moda haftasından işte akılda kalanlar…
Göze çarpan ve farklı tasarımcıların koleksiyonlarında tekrar eden en önemli temalardan biri 1960’lar ve dönemin Londra’sıydı denilebilir. Sokak modası, surf ve kay kay gibi farklı notalardan beslenen Dorian Tarantini’nin artık rüştünü ispat eden markası M1992 bahsettiğim temayı en önde kullanan isimdi. Pastel renklerle vurguladığı dönem stiline gömlek ve t-shirtler üzerinde uyguladığı Britanya bayraklı desenleri de eklediği koleksiyonu tasarımcının daha önceden çok fazla sokak kokan tarzına daha sofistike bir hava eklemişti. 60’ların klasik elegan duruşunu daha gündelik kıyafetlerdeki 90’lar rahatlığıyla harmanlayarak sunduğu koleksiyonda tüm kıyafetlere eşlik eden zamansız Adidas Gazelle’ler de önemli bir yer kaplıyordu. Sonbahar ya da kıştan beklenenin aksine pastel renkleri ve açık tonları kullanan bir diğer markaysa Sunnei’ydi. Markanın tasarımcılarının lise ve üniversite yıllarından ilham aldıklarını söylemelerine rağmen hem sadelik hem de renk paleti açısından 60’lar havasını daha fazla yansıtan koleksiyon erkek ve kadın için rahat ama bir o kadar da dikkat çekebilecek türde kıyafetler sunuyordu. Oversized formların aşırı dar silüetlerle bir arada kullanıldığı kıyafetler biraz brutalist ama biraz da güçlü bir çatışma yaratıyordu; tam da sokakların aradığı şekilde.
Hem şov kalitesi hem de koleksiyonun takdir görmesi açısından en öne çıkan iki marka Prada ve Fendi oldu denilebilir. Fondazione Prada dahilinde gösteriler için çok işlevli bir mekan olan Deposito‘nun büyük salonunda bir tiyatro alanı oluşturan Prada bir bilim kurgu filmini hatırlatan atmosferiyle harika bir gösteriye imza atarken her parçasında markanın DNA’sını net bir şekilde görebildiğiniz koleksiyonuyla da alkışlarla karşılandı. Simsiyah takımlar ve o takım elbiseler üzerinde dikkat çeken hırkalar gibi ilk anda görülen detaylar koleksiyonun asıl sürprizi için bir giriş oluşturuyordu. Zira bu net kıyafetlerden sonra sıra Frankenstein desenleri içeren parçalar, iri ayakkabılar ve kürk görünümlü şapkalara geldiğinde Prada’nın gelecek kış için asıl planları da ortaya çıkmış oldu. Bir değil iki çantayla süslenen erkek sonbahar/kış koleksiyonunun yanı sıra kadın pre-fall tasarımlarının da Gigi Hadid ve Kaia Gerber gibi süper modeller üzerinde izlendiği defile bize artık sadece bir tane Prada çantanın yetmeyeceğinin de haberini vermiş oldu.
Diğer harika gösteri ve koleksiyona imza atan Fendi, defilesini moda haftasının son gününde inanılmaz bir hayran kitlesinin kapıda beklediği kendi binasında gerçekleştirdi. Özellikle uzak doğulu hayranların büyük ilgi gösterdiği defilenin sürprizi kimileri için finalde sahneye çıkıp canlı bir performans sunan Hong Kong Doğumlu Güney Koreli rap yıldızı Jackson Wang’ken benim için asıl sürpriz markanın efsanevi çantası Baguette’in erkekler için de artık sunulduğunu görmek oldu! Geçen sezon erkek koleksiyonunda çantaların ağırlığını artıran Fendi bu sezon asıl bombayı patlattı denilebilir. Baskılı, kadife ve süet varyasyonlarıyla erkek modellerin elinde yıldızlaşan çantalar ben dahil çoğu kişinin hayallerini süslemeye başladı bile. Koleksiyonda farklı iki renkle bölünmüş takım elbiseler ve gömlekler böylesi bir trendin önümüzdeki aylarda sıklıkla karşımıza çıkacağının da haberini veriyordu. Ayrıca hem markanın kendi logosunu taşıyan hem de bir çizgi romanmışçasına canlı renkler içeren baskılı parçalar her zaman olduğu gibi ağırlıktaydı.
Koleksiyonlarda sıkça karşımıza çıkan bir diğer tema da atlar ve binicilikti. Moda haftasının açılışını yapan Ermenegildo Zegna ve artistik direktör Alessandro Sartori binici pantolonlarının ve cropped ceketlerin öne çıktığı hatta bazı modellerin doğrudan binici şapkası taşıdığı koleksiyonda spor görünümle İtalyan sartorial geleceğinin sentezlendiği enteresan bir işe imza atmışlar. Milano’nun meşhur art deco merkez tren istasyonunda gerçekleşen defilede moderniteyle gelenek aynı potada erirken yün ile kaşmir naylonla buluşuyordu. Binicilik temasını kelimenin tam anlamıyla sahneye taşıyan Philipp Plein ve ikinci markası Billionaire Monte Carlo polo takımını atlarıyla beraber defilede kullanırken koleksiyonda da tamamen binici kıyafetlerine odaklanmıştı. 125. yılını kutlayan Daks ise Kreatif direktörü Filippo Scuffi sayesinde İtalyan ve İngiliz tarzlarını harmanlayarak zamansız ama son derece kullanışlı ve şık bir koleksiyonla büyük alkış aldı.
Her zamakinden çok da farklı bir şey söylemeyen Frankie Morello, yeniden hayata döndürülmeye çalışılan John Richmond ve baskılar dışında tasarım adına çok da güncel olamayan Neil Barrett’in aksine Pal Zileri hem şıklık hem de işçilik adına yine harika bir koleksiyon sundu. Canlı renkler, parlak kumaşlar ve ince bir işçilikle dikkat çeken marka kadın ve erkek ortak sunduğu koleksiyonda İtalyan şıklığının sokak modasına rağmen hala ayakta dimdik durabildiğinin göstergesiydi adeta.
Soğuk Milano’da sıcak defileler sona ererken önümüzdeki sonbahar ve kışın erkekler için özeti de belli oldu: Şık olmak için üşümeye çok da gerek olmayabilir…