Sevilla: Gran Meliá Colón Oteli

Sokaklardaki hardal renkli evleri, gerçek dışı görünen masmavi gökyüzü, Barok mimarisi, başımın üzerinde asılı olan portakalları, Triana Köprüsü, muhabbeti bol mahalleleri ve sanatı için seviyorum bu kenti.

Tarihi Barok cephesiyle Sevilla’nın önemli simgelerinden Gran Meliá Colón oteli, süslü ön cephesiyle beni adeta huşu içinde bıraktı. Hem Güzel Sanatlar Müzesi’ne hem de Sevilla Katedrali’ne yaklaşık 15 dakika yürüme mesafesinde bulunan otel, tıpkı şehrin kendisi gibi çarpıcı bir sanat, kültür ve stil kombinasyonu sunuyor. Otelden içeri adımımı attığımda zengin kontrastların estetiği ile büyüleniyorum. Gran Meliá Colón tarihsel özelliklerini, çağdaş dokunuşlarla mükemmel bir şekilde birleştirmiş. 1929’da Dünya Fuarı için inşa edilen otelin orijinal binasının en etkileyici özelliği, o dönemden kalma tarihi bir detay olan Art Nouveau vitray kubbesi. Sofistike atmosfere Philippe Starck ve Marcel Wanders gibi ödüllü tasarımcıların çağdaş ve cesur tasarımları eşlik ediyor. Ben de ilk fırsatta Philippe Starck’ın kırmızı kadife çiçek sandalyesine yerleşip, tarih ve modernizmin birlikteliğinde rahatlıyorum. Uluslararası tanınmış mimar Álvaro Sans, otel genelinde kentsel lüks, sanat ve geleneği mükemmel bir biçimde harmanlamış.

Gran Meliá Colón kültürel mirasa saygı duyan bir otel. Mimar Sans, 17. yüzyılda Sevilla‘nın sanatsal başkent olmasının önemini vurgulamak için otelin her katını ayrı bir İspanyol ressamına ayırmış; İlhamının önemli bir kaynağı olan 1540 doğumlu El Greco, Zurbarán, Murillo, Velázquez ve Juan de Valdés, Goya… Duvarlara ressamlara dair tüm bilgileri ekleyen, hatta her odanın kapısına bulunduğu katın temsilcisi ressamın bir resminin reprodüksiyonunu asan Sans, otelde adeta bir sanat müzesi atmosferi yaratmış. El Greco’nun katında yer alan odama ilerlerken gözüme ressamın bir sözü ilişiyor duvarda; “Kafamın içinde çılgınca fısıldayan ruhlar sayesinde resim yapıyorum.”

Ünlü seyahat sitesi Lonely Planet’ın 2018’de herkesin ziyaret etmek istediği ilk şehir olarak belirlediği İspanya’nın güneyindeki Endülüs bölgesinin başkenti Sevilla’nın mutlaka görülmesi gereken yerlerini gezmeye, siesta zamanı başlamadan önce koyulmakta fayda var. İlk durağınız Sevilla Alcázar’ıAvrupa’nın halen kullanımda olan en eski kraliyet sarayı- olmalı. İnşası 7. yüzyıla kadar uzanan sarayın yükseliş dönemleri Ortaçağ’a denk düşüyor. Tüm sarayın Gotik’ten Barok’a uzanan farklı mimari ve kültürel stillerden büyük ölçüde etkilenmiş olması gözden kaçmıyor. Bu karmaşık mimari, başka bir deyişle Endülüs’e özgü Müslüman ve Hıristiyan sanatsal füzyonu, Mudéjar olarak biliniyormuş. Kralların bu büyük ikametgâhında yürürken yukarı doğru baktığınızdan emin olun, çünkü oymalar ve tavanlardaki resim işçiliği gerçekten şaşırtıcı. Game of Thrones dizisinin meraklısıysanız, dizide sık sık gördüğümüz Dorne Su Bahçeleri’nin çekildiği yer olan ve UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan saray bahçelerini gezmeden dönmeyin! alcazarsevilla.org

Saraydaki tarih yolculuğunun ardından, Berlinli mimar Jürgen Mayer’in tasarladığı Metropol Parasol olarak bilinen dünyadaki en büyük ultra modern ahşap yapıyı görmek için La Encarnación Meydanı’na geçin. Matematiksel bilgiler şu şekilde: 70 metre genişlik, 30 metre yükseklik ve 150 metre uzunluk. Gerçekten şaşırtıcı! Yapı beş seviyeden oluşuyor: İlk seviyede Antiquarium Arkeoloji Müzesi, ikinci seviyede restoranlar, üçüncü seviyede manzaranın keyfini çıkarmak için bir seyir terası, dördüncü seviyede yürüyüş yolları ve beşinci seviyede gözetleme noktası bulunuyor. Manzara hoş görünse de, şehrin pırlanta dizisi gibi şıkır şıkır bir görünüme kavuştuğu akşam ışıklarında müzenin seyir noktalarına gelmek daha iyi bir fikir olabilir.

Flamenko gösterileriyle tanınan Sevilla’da klişelerden uzak bir flamenko şovu izlemek istiyorsanız, doğru yere gitmeniz gerekir. Bu yüzden de 1 saat 45 dakikalık saf tutkuya şahit olmak için Tablao Flamenco Los Gallos tek adres! tablaolosgallos.com