Serhat Tunçay ile Başarısının Sırlarını Konuştuk

Halkla İlişkiler sektörünün en genç duayenlerinden biri olmayı başaran Serhat Tunçay, 10 yıl önce kurduğu yenilikçi Labrand PR ile yerli-yabancı pek çok marka ve kurumun iletişim girişimlerini yönetiyor.

“Sıradan işler yapmayı sevmiyoruz” diyen Tunçay, çalıştığı markalara ve projeleriyle dokunduğu kişilere farklı deneyimler sunmanın peşinde. Türkiye’deki başarısını, geçen yaz Londra’da açılan yeni ofisine de taşıyan Labrand PR’ın yeni hedefi, New York’u fethetmek.

Röportaj: Zeynep Merve Kaya

Fotoğraf: Cengiz Dikbaş

Kariyerini iletişim sektörü üzerine kurmanın belirli sebepleri var mı?

İletişimin gücü, her zaman beni etkiledi. Sosyal hayattaki iletişim, politikacıların iletişimi kullanma gücü gibi konular ilgimi çeker. Doğru ve etkili iletişim kuran birinin, aynı donanımlara sahip ama iletişimi güçsüz birinden ne kadar üstün ve başarılı olduğuna çok kez tanık oldum. Bu, markalar için de geçerli. Hikâyesini iyi bir iletişimle, doğru kanalları kullanarak aktarabilen markalar başarılı oluyor, marka değerlerini bu sayede yukarı taşıyabiliyor. Türkiye’de her zaman üretim yatırımına, satış noktası yatırımına odaklı bir yaklaşım var ama marka iletişimi de bir o kadar önemli.

Labrand PR’ın sektördeki başarısını neye bağlıyorsun?

Labrand, 10 yıl önce hayata geçirme fırsatı bulduğum hayal projemdi. Sıradan olmayan, yenilikçi bir Halkla İlişkiler ajansı… Hikâyesi olan, özel markalarla çalışan, onları en doğru şekilde temsil eden bir ajans. Belli bir yaşam tarzına hitap eden, arkasında güçlü hikâyeler olan markalarla çalışıyoruz. Her zaman, dokunduğumuz kişilere nasıl bir deneyim sunabiliriz diye kafa yoruyoruz.

Labrand PR’ın iletişim sektörüne yenilikler, farklılıklar getirdiğini düşünüyor musun?

Labrand’in en güvendiğim ve sevdiğim yanı çalıştığı her marka için o markaya özel işler yapması, standardın dışına çıkması. Her markanın ihtiyacı, gitmek istediği yol, varmak istediği yer ayrı… Bazen benzerlikler gösterse de her müşterimiz bizim için ayrı bir proje niteliğinde. Onlarla çok vakit geçiriyoruz ve çok derinlerine iniyoruz. Markalar en değerli varlığını, imajlarını size emanet ediyor. Onu dışarıda en doğru şekilde temsil edebilmeniz önemli.

Londra’da da bir ofis açtın. İki Labrand arasında ne gibi benzerlikler var?

Geçtiğimiz haziran ayında Londra ofisimizi kurduk. Hem Türkiye’den global alanda etkin olmak isteyen markalarla, hem de yabancı markalarla çalışıyoruz. Ofislerimiz birbiriyle sürekli fikir alışverişinde bulunuyor ve birbirinden besleniyor. Karakterleri çok farklı ama iyi anlaşan iki insan gibiler. Yeni bir pazara girdiğimizde, bir süre tarzımıza en yakın ajanslarla işbirliğine giriyor, sonrasında da işi tamamen kendi tarzımızda yapabilmek için bağımsızlaşıyoruz.

Şu sıralar hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?

En son Londra’da markalarımızdan NU için Liberty ile gerçekleştirdiğimiz lansman etkinliği son zamanların en heyecanlı projelerindendi. 2020’de de İstanbul ve Londra’da benzer projelerimiz olacak. Bir sonraki durağımız olan New York ofisimiz de gelecek heyecanımızın büyük bölümünü oluşturuyor.

Bir iletişimci olarak, Türk markalarının geleceğini nasıl görüyorsun?

Türkiye’de potansiyeli yüksek, dünyada başarı gösterebilecek markalar var. Ancak bunlardan iletişimin yarattığı değeri görebilenler çok az maalesef. Bana göre Türkiye’den bir dünya markası çıkamamasının tek nedeni bu. Marka değeri yaratmaya odaklanmamız gerekiyor. Bizi dünya ligine sokabilecek tek şey bu.

Peki, sana göre Halkla İlişkiler sektörünün geleceğinde ne yatıyor?

Değişen dünya ile birlikte Halkla İlişkiler de değişiyor. Eski usul ölmek üzere, hatta bence çoktan miladını tamamladı. Basın bülteni yaz, ilgili/ilgisiz birçok yayına gönder, çoğu markaya fayda sağlamayan haber yansımalarını müşteriye raporla ve böyle devam et. Tam bir illüzyon… İmajla birlikte -satış da dâhil- marka hedeflerini dikkate almayan bir Halkla İlişkiler stratejisi, uzun soluklu olmaktan çok uzaktır. Bu nedenle artık ofislerimizin bir kısmını showroom’a çevirdik. Gerek medyanın, gerek satın almacıların ürüne dokunabilecekleri bir alan yaratmanın önemli olduğunu düşünüyoruz.

Kariyerin boyunca kazandığın en önemli şey ne oldu?

Network. Doğru iletişim ağını kurmak ancak zaman içinde gerçekleşen doğru karşılaşmalar, sonra bunun bir ilişkiye dönüşmesi ve bu ilişkinin sürdürülebilir olmasıyla mümkün. Satın alınabilir bir şey değil. Değer biçilemez.

Senin için başarı ne demek?

Elinden gelenin en iyisini yaparak anlamlı bir sonuç alabilmek.

Bu aralar aklına takılan bir şarkı var mı?

Anjey Satori’den Harmonization.

İstanbul, Londra ve New York’ta en sevdiğin restoranlar hangileri?

İstanbul’da Aman da Bravo, Londra’da Signor Sassi, New York’ta ise West Village’daki Red Farm.

En son neye yatırım yaptın?

Roger Capron imzalı vintage bir sehpa aldım. Yatırımlarım genelde sevdiğim tasarım mobilyalara ve sanata yönelik oluyor. İşimizle ilgili en önemli yatırım ise network kurmak. En büyük yatırımımız bağlantılarımız ve bu bağlantılarımızla kurduğumuz ilişki. Bu, zaman içinde ve karşılıklı birbirini deneyimleyerek meydana gelen bir ilişki.