Serhat Teoman ile Samimi Sohbet

Serhat Teoman ile hem asil, hem iddialı parçalardan oluşan bir çekim ve samimi sohbet.

Göz önünde, ilgiyle takip edilen projelerin içinde görmeye alışkın olduğumuz Serhat Teoman’ın neden bu kadar çok sevildiğini, Çırağan Palace Kempinkski’de gerçekleştirdiğimiz moda çekimimiz ve sohbetimizin sonunda iyice anlamış olduk. Doğal, naif, klişelerin çok ötesinde bir isim Serhat Teoman. Baharı karşılamaya hazırladığımız soğuk bir İstanbul sabahında içimizi ısıtan bu sohbet, modadan yeni hayat düzenimize, dizi sektörünün yeni dinamiklerine değin uzadı. Siz de yeni sezonu ondan ilham alıp karşılamak ister misiniz?

Yaklaşık bir yıldır yaşam tarzımız, konfor unsurlarımız, hatta çalışma düzenimiz kökten değişti. Ancak insan doğası her koşula hemen adapte olabiliyor. Siz bu durumu nasıl karşıladınız?

Herkes için çok zor bir süreç. Pandemi ilk başladığı zaman alışkanlıklarımızın çok dışındaydı. Ne yapacağımızı bilemedik. Kimimiz daha fazla yemek yedi, daha fazla bir şeyler izledi, ekmek yapmaya başladı, bu zamanı iyi değerlendirip spor yapanlar oldu. Her ne yaptıysak, neyi seçtiysek seçelim belli bir süre sonra yaptığımız şeyden sıkılmaya da başladık. Tersine bir hareket başladı. Pandemide herkes her şeyi denedi diye düşünüyorum. Benim avantajım şu oldu: Sahadaydım, çalışıyordum. Hâlâ da sahadayım ve çalışıyorum. İşimi yapabildiğim için biraz rahatlıyorum bu süreçte.

Çalışma koşullarınızda, şartlarınızda ne yönde değişim oldu?

Birçok değişiklik oldu tabii. Setteki eski alışkanlıklarımız daha farklıydı. Daha fazla temas halindeydik. Sette her şeyden önce yemek alışkanlığımız değişti. Herkes tekli masalarda, belli mesafelerde yemek yiyor. Yemekleri getiren şirketlerin de tarzı değişti. Herkesin yemeği poşette ve kapalı şekilde, tek tek geliyor. Maske zaten takılmak zorunda. Sürekli ateşimiz ölçülüyor. Beş altı günde bir sürüntü testlerinden yapılıyor. Senaristler de sahneleri yazarken olabildiğince dikkatli davranıyorlar. Planların kalabalık olmamasına özen gösteriliyor. Kafe ve bar sahnelerini-yazmamak değil ama-olabildiğince indirgiyorlar.

Her olumsuzluğa rağmen yaşam devam ediyor şüphesiz. Bu yeni süreçte sizin yaşam felsefeniz nedir?

Pandemi yaşam felsefemde çok bir şey değiştirmedi açıkçası. Yaşayışımda bir şeyler değiştirdi. Arkadaşlarımla buluşup kahve içmeyi, sohbet etmeyi, dışarıya çıkmayı severim.

Arkadaşlarımla buluştuğumda da -çok üretken bir grubuz-tiyatro ya da sinema özelinde neler yapabileceğimizi konuşur, üretiriz. Ve bu üretme aşaması o uzun sohbetlerimizde başlar. Şu an yine o sohbetler var, ama telefonda… Üretimi ne zaman yapacağımız noktasında belirsizlikler var. Pandemi, bu üretim aşamamızı sekteye uğratıyor. Bir sene sonra ne olacağımızı bilmiyoruz. Pandemisiz bir hayat olacak mı, yoksa artık buradan mı devam edeceğiz? Eğer buradan devam edeceksek o üretim şeklini değiştirmemiz gerekecek. Bu şartlarda üretmek nasıl olur öğreneceğiz.

Güzel sanatlar fakültesinde oyunculuk eğitimi alıp, yüksek lisansınızı da tiyatro bölümünde yaptınız. Oyunculuğa, tiyatroya ilginiz nasıl başladı? Ailenizde var mı tiyatroyla ilgilenen?

Tiyatro aileden gelmiyor. Herhangi bir akrabam da oyuncu değil. Babam askerdi. Benim de lise bitene kadar tiyatrocu ya da oyuncu olacağım gibi bir düşüncem olmadı. Dersane zamanında ufak ufak başladı. Sonra kendimi bir anda bir tiyatro topluluğunun içinde buldum. Bir buçuk sene Türkiye turnesi yaptım. “Madem bu işi yapacağım, okullu olayım” dedim. 19 yaşındayken Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne girdim. Bitirdikten sonra Mimar Sinan’da yüksek lisans yaptım. Bu süreçte ailem de yanımdaydı.

Göz önünde, ilgiyle takip edilen bir oyuncusunuz. Peki siz neleri takip edersiniz? İlham aldığınız, hayatta “gurunuz” olarak benimsediğiniz kimler var?

Bu sorunuza yanıtım, “Çok yok” da olabilir, “Çok var” da… Hayata şöyle bakıyorum: Hiç tanımadığın, belki de çok başarısız, kendi işini hiçbir zaman yapamamış birinin lafından bile beslenebiliyorsan sen, sen olursun. Üç insandan bir şey aldığım zaman o üç insanın karışımı olurum. Eğer bir insana çok hayran olur onu taklit etmeye başlarsan ona dönüşmeye başlarsın. Fikrin, tavrın, felsefenin ya da davranışın kimin olduğunu bilmeden tüm bunları kendi potamda eritebiliyorsam “ben” olacağıma inanırım. Bu yüzden, “Şu kişiyi çok takip ediyorum, mutlaka her yaptığına bakarım” diyemiyorum. Her an herkesten bir şeyler öğrenebilirim. Yolda yürürken birinin ötekine söylediği bir laftan da bir şeyler alıp cebime koyabilirim.

Şu an devam ettiğiniz Menajerimi Ara dizisi ilgiyle takip ediliyor. Bunda sanırım drama ve romantik komediyi harmanlayabilmesinin payı büyük. Sizce dizinin izlenme nedenlerinden biri de merak edilen, kimi zaman içinde olmak istenilen sektöre ayna tutuşu olabilir mi?

Ülkemizde her mesleğin mutfağı merak edilir: Aşçının da oyuncunun da… Popüler kültüre baktığınızda da menajer-oyuncu arasındaki ilişki ve hayatları gerçekten çok merak edilir. Dizide de o dünyaya bir kapı açtık ve insanlar da oradan kafalarını uzattı. Bundan sonrası artık projenin başarısı… Bir kere baktırdığı insana devamında izletme ve keyif verme projenin başarısı. Bir taraftan da şöyle düşünüyorum: Ülkemizde artık başarılı olduğunu düşündüğümüz bir şablon var. Bu şablon çok kopyalandı ve fazlalaştı. Hep aynı olanlar tuttu. Menajerimi Ara gibi işler yeni bir soluk getiriyor sektöre. Daha işin içinde değilken de çok başarılı olmasını istediğim bir projeydi. Çünkü bu tarz yapımlar bundan beş sene sonrası için seyirciyi veya sektörü bir şeylere hazırlıyor. Korkmayalım bu tarz işlerden. Klişeleri de yıkmış oluyoruz böylece.

Bugün sizinle bir moda çekimi gerçekleştirdik. Dizideki Serkan ile gerçek hayattaki Serhat’ın tarzı nasıl? Stilleriniz ortak mı yoksa apayrı mı?

Çok aynı değiller, ama çok farklı da değiller. Serkan da çok fazla resmi, net ve ciddi giyinmiyor. Spor ve rahat kombinler üzerinde biraz ciddi havasında duruyor ama yelekli, ceketli, takım elbiseli, ciddi iş insanı durumundan daha spor, rahat ve cool kıyafetleri seçiyor Serkan. Serhat, Serkan’dan biraz daha rahatını düşünüyor.

Günlük hayatınızda ve hafta sonlarında nasıl giyinmeyi tercih edersiniz?

Çok rahat giyiniyorum. Gün geliyor sete üst üste eşofmanla gidiyorum. Eğer gittiğim yerde özel bir şekilde giyinmemi gerektirecek bir durum yoksa rahat giyinirim. Ama tabii ki gardırobumda olmazsa olmazlarım vardır: Siyah kotum, botlarım, sweatshirt’lerim, kabanlarım… Daha yaşayan, daha rahat parçaları seviyorum.

Yeni sezon alışverişinizi yaptınız mı? Tercihleriniz nasıl parçalarda yana oldu?

Daha yapmadım. Bunda içinde bulunduğumuz yeni hayat durumumuzun da etkisi var. Özellikle ayakkabıyı veya kotu giymeden, denemeden, hissetmeden alamıyorum. Yeni dünya düzenimize göre de artık tüm bunları internetten alıyorsunuz. Belki de buna alışmak zorunda kalacağız.

Erkeklerin vazgeçemediği aksesuarlardan biri de saatlerdir. Sizin saatlere düşkünlüğünüz ne boyutta?

Saat, kesinlikle erkeğin kullanabileceği en iyi aksesuar. Selçuk Yöntem–ki kendisi çok iyi bir saat koleksiyoneridir-beni bu konuda hep teşvik eder. Şu an için öyle bir düşüncem olmadığını söylediğimde ise, “40’lı yaşlarında göreceğim seni. Erkeklerin saat koleksiyonu ve gardıroplarında özel saat bölümleri o yaşlarda oluşmaya başlar” der. Göreceğiz.

Sizin için “gerçek lüks” nedir?

Lüks; kime göre, neye göre? Tanımı çok değişti. Bana çok lüks gelen bir şey başkasının gündeliği olabilir. Veya başkasına çok lüks gelen bana gelmeyebilir.

Lüks, önceden en pahalı ve en nadir olandı. Ancak şimdi evlerimizde geçirdiğiniz kaliteli zaman da lüks.

Çok yoğun çalıştığım bir dönemde bir arkadaşımla kaliteli bir sohbet edip kahve içmek de lüks. Ama şu an bu lüksümüz de kalmadı. Şu hayatta en lüks şey, işten çıktığımda müzik dinleyerek eve gitmek… Normal şartlarda gündelik olanlar, içinde bulunduğumuz durumun da etkisiyle, lüks geliyor. Artık o kadar mesafeli yaşıyoruz ki… Yeni selamlaşma şekilleri çıktı. Sette tabii ki birbirimize çok yakınız çünkü devamlı test oluyoruz. Herkes evden işe, işten eve yaşıyor. Bu yüzden şu an en büyük lüksüm, arkadaşlarımla sarılabilmek.

Sanatın başka alanlarına karşı ilgili misiniz?

Özellikle takip ettiğim bir sanatçı yok ama dergide ya da internette bir resim ya da bir heykel gördüğüm zaman incelemek hoşuma gider. Bunun haricinde çizmeyi, resim yapmayı severim. Kız arkadaşım Leyla da güzel resim yapar. Bazen kendi köşemde bir şeyler çizerim. Ama o sevmiyor hiçbirini (gülüyor).

Pandemiden önce nerelere seyahat ederdiniz?

Aralıkta mutlaka Berlin’e giderdim. Budapeşte de seyahat etmekten keyif aldığım yerlerin başında gelirdi.

Oyuncu ya da oyuncu olmayan Serhat denildiğinde insanların aklına ne gelmesini istersiniz?

Oyuncu kimliğimden keyif almaları benim için yeterli. Yarattığım karakterleri izlerken veya bir röportajımı okurken aklımı, fikrimi bir yerinden sevmeleri bana yeterli.

Son dönemde izleme alışkanlıklarımız da değişti. Dijital platformlarla ilgili teklif gelse sıcak bakar mısınız?

İnternete veya televizyona gelen projenin niteliği önemli. İçinde olduğum zaman projeye ne katarım veya o proje bana ne katar, önemli. Gelen teklifler var. Bir internet işinde yer almayı çok isterim. Daha özgür bir platformda daha farklı şeyler yapmak güzel olur. Ama projeye de bakmak lazım tabii.

Çevrimiçi platformlarda, televizyonlarda görmeye alışkın olmadığımız yerli diziler, filmler çıkıyor karşımıza. Başrollerinde de çok iyi oyuncular var. Sizce o oyuncuları bu tarz projelere çeken şey klişeleşmiş dizilerin dışında senaryolar gelmesi mi? Bu tür projelere de ilginiz olur mu?

Tabii ki olur. İnternet, televizyondan biraz farklı. İnsanların özgürlük alanları daha çok olduğu için, “uç” dediğimiz hayal dünyasında veya gerçeklikten uzak işler yapmayı tercih ediyorlar. Bir rüya âleminde oluyor her şey. Doğru mantıkta yapılmıyorsa rezalet oluyor. Eğer doğru mantıkta yapılıyorsa seviyorum. Yapılmalı da bence. Sonuçta bizler zanaatkâr değil sanatkârız. Sanatçıyız. Uçmak istiyorsa, tabloya istediği rengi koymak istiyorsa ve bu alanı orada bulduysa zaten yapmalı. Ancak, sıkıcı, gergin ve klişe dramaları yapacaksak o zaman hiç internete geçmeyelim zaten.

RÖPORTAJ GÜLAY KOÇ

FOTOĞRAFLAR ERMAN İŞTAHLI

STYLING ZEYNEP SOYLU