Saint Antoine’ın Melekleri
Yeni yıla sayılı günler kala, melekler şehre iniyor. Kimi uğur getirmek istiyor, kimi muzırlık peşinde, kimiyse masum birer koruyucu…
Buluşma noktalarıysa neo-gotik mimarisi ve mistik havasıyla büyüleyen, görkemli Saint Antoine Kilisesi.
Akalın son dönemde “inanç” konusuyla ilgileniyor. Serginin küratörü ve proje yönetmeni, aslında bir endüstri mühendisi ve tıpkı onun bilime güvenen ama maneviyatını da yüksek tutan özü gibi, sergi de çok yönlü. 13 sanatçının eserleriyle tasarlanan sergi, Saint Antoine’ın yüklü tarihi mirası içinde çağdaş eserleri gözler önüne serecek.
Akalın başta inanç kavramı etrafında dolaşıyor. Sergide yer verdiği sanatçılardan biri olan Bilge Alkor’a danışıp, meleklere yoğunlaşma fikrini alınca, önerisiyle nihai karar alınıp, çalışmalara başlamışlar. Akalın için hayatımızda önemli bir yer kaplıyor melekler: “Mitolojiden günümüze, bütün monoteist dinlerden, yeniçağ güncel düşüncelerine kadar, en çok konu edilmiş varlıklar.”
Kafasında meleklerin düşüncesiyle İranlı yetenek Mehrnoush Esmaeilpour’un atölyesine giden Akalın, bambaşka bir iş için gittiği hâlde, burada sergiye girecek ilk eseri belirlemiş. “Mehrnoush daha çok at resimleriyle öne çıkıyor. O sırada kendisini sergiye almak gibi bir düşüncem yoktu. ‘O arkadakini çıkarır mısın?’ dediğim, muhteşem kanatlarıyla yarı at, yarı kadın figürüne sahip eser, serginin ilk eserine dönüştü.”
İşin içine melekler karışınca, ilginç bir tesadüfler ve şans yoğunluğu olarak ilerlemiş süreç. “Mutlaka hepimiz bir noktada bilimsel olarak anlam veremediğimiz bazı hisler duymuşuzdur. Birinin bizi koruduğunu düşünmüşüzdür, ya da bir yola gidecekken, fikir değiştirip kalmışızdır. Bunların bazen farkında oluyor, bazen de olmuyoruz. Bu projeyle ben de bu yanımı daha da açtım, farkındalıkla ilerledim. Projenin başından beri, meleklerin bana yardım ettiğini düşünüyorum.”
Akalın, önce mekânı belirlemeyi tercih etmiş; çünkü eserlerin boş bir galeridense, kendi hikâyesi olan, yaşanmışlıklarla dolu bir yerle daha güzel bir diyalog kurabileceğini düşünüyor. Gezdiği dördüncü yer olan St. Antoine’ın papazı, büyük bir sanat aşığı. Sergi de belki de bu sanatsever papaz sayesinde, kilise kurulundan gerekli izni almayı başarmış. “Bu büyük kilisenin her noktasını kullanma izni aldık ama benim tercihim, kullanmamaktan yana oldu. Sergi tarihleri, Noel zamanını da kapsadığı için kilise çok kalabalık olacak, birçok yılbaşı etkinliği gerçekleştirilecek. Kilise zaten neo-gotik tarzda; çok dolu, çok şaşalı. İnsanların eserlerin içine girmelerini istiyorum, başka bir şeyin dikkatleri dağıtmamasını istiyorum.” Ziyaretçileri meleklerle baş başa bırakmak için, kilisenin altındaki kripta ve şapel tercih edilmiş. Serginin yaşayacağı en büyük avantajsa, kilisenin sirkülasyonunun çok yüksek olması. “Sanatın insanlarla birleştiği zaman daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Sadece sanat dünyasının değil, İstiklâl Caddesi’nde yürüyen birinin de girip bu deneyimi yaşamasını, farklı hikâyeleri olan sanatçıları ve resimleri görmesini istiyorum”. Yani aslında Angel, bir sergiden ziyade spiritüel bir deneyim.
Akalın için kilisenin sergiye vaat ettiği en özel şey çağdaştarihi ikiliği. “Bence kontrastlar her zaman dikkat çekici. Konunun içinde de kontrastlara yer veriyoruz. İyi melekler de var, kötü melekler de. İnsan kendi iradesiyle iyiyi ya da kötüyü seçebiliyor. Melekler ise böyle değil; yaratılış itibariyle ya iyi ya da kötü olmak zorundalar. O yüzden burada insanın içindeki ikilikten yola çıkıyor, bu durumu inceliyoruz.” Buradan sonrası, biraz da sürprizlerle dolu bir oyun gibi gelişmiş. “Mekânın enerjisi çok güzel, eserleri yerleştirirken de buna göre hareket ettik. Duyguları insanlara böylelikle doğru şekilde aktarmayı istiyoruz. Hatta eserleri yerleştirme şeklimiz nedeniyle ziyaretçileri bir takım sürprizler bekliyor. Duyguları açığa çıkaracak oyunlar oynadık.”
Angel bünyesinde Türkiye dışından da sanatçı var. Hepsinin sergi öncesinde melekler ve spiritüalizm üzerine çalışmış olmasına dikkat edilmiş. Bunun yanı sıra sanatçıların hâli hazırda bitmiş eserleri değil, Angel’a özel yaptıkları işler sergileniyor. Hatta Pınar Akalın sanatçılardan bir de eserlerine eşlik edecek şiirler bulmalarını istemiş. “ Herhangi bir yerden aldıkları birer şiir olabilirdi ama bazıları kendi şiirlerini yazmayı tercih etti. O yüzden çok anlamlı ve güzel oldu. Şiirlere bakınca eserlerde vermek istedikleri anlamı görebiliyorum. İçten geldiği için mesaj da kuvvetli oldu”. Sergi yalnızca görselliğe değil, ses hatta koku duyusuna da hitap etmek üzere tasarlanmış. Unutulmayacak birçok eser var ve küratör Akalın için bunları birbirinden ayırmak imkânsız. Örneğin, Güvenç Özel sergiye bir video enstalasyonu ile katılıyor. Ergin İnan ise eserini aslında Leonarda da Vinci’nin ölümünün 500. yıldönümü için davet edildiği bir başka sergiye hazırlanırken yapmış. Yuval Yairi ise sesli bir melek heykeli tasarlamış. Sanatçılar yaratım sürecinde hem Akalın hem de birbirleriyle iletişim içinde çalışmış. “Tanışmaları için Bilge Alkor’un Narmanlı’daki müze evinde buluştuk. Aramızda çok güzel bir enerji oluştu ve bazı konularda birbirlerine yardım ettiler”. Daha fazlası için eserleri görmek şart. Şimdiden söyleyelim, görkemli kanatlar göreceğiz ve bu melek-kanat çağrışımının da aslını astarını öğreniyoruz Ayşe Pınar Akalın’dan; “İnsanlar tanrıları hep göklerde aramışlar. Yeryüzü ile gökler arasında iletişimi kuran da kuşlar olmuş. O yüzden de meleklere kanatları atfetmişler. Ben de bunu proje sürecinde öğrendim.”