Prosper Assouline ile Kahve Molası

Prosper, kendi soyadını taşıyan yayınevini 1994’te eşi Martine ile birlikte kurdu. Çiftin benzersiz olan her şeye olan tutkularına atıfta bulunan kalın, mücevher renklerindeki kitapların ilki, Cote d’Azur’daki favori otelleri üzerineydi. Assouline o günden bu yana, panama şapkaları, Venedik sinagogları ve kauçuklu parfüm kokan Formula 1 tarihi gibi konuları da içeren iki binden fazla kitap yayımladı.

Göz zevkinizi okşayan kitaplar ana işleri olsa da, Assouline Ailesi kendi kitap butiklerini de yönetiyor ve kişiye özel kütüphane kurulumları yapıyor. Prosper, Martine ve şirketin Global Başkan Yardımcısı olan oğulları Alexandre, vakitlerini New York ve Paris’te geçiriyor.

Sabah uyanınca ilk ne yaparsınız?

Haberleri okumak için iPad’imi açarım. Her sabah Le Figaro, Les Echos, The New York Times ve Financial Times okurum.

En çok giydiğiniz kıyafet hangisi?

Incotex’ten beyaz bir jean. O kadar çok beyaz jean’im var ki; benim küçük siyah elbisem diyebilirim! Ayrıca Hobbs’tan kaşmir tişörtleri ve Loro Piana ayakkabıları da çok kullanırım.

Koleksiyonunuza eklediğiniz en son şey neydi?

Ben büyük bir kitap koleksiyoneriyim. Christie’s Paris’ten sıra dışı bir kitap aldım. 1960’larda bir sanatçı tarafından yapılan altı kopyadan biriydi. Kapak, farklı renklerde pleksiglastan yapılmış. İçinde pili olan, lambalı bir kitap ilk kez görüyordum.

Satın almadığınız için pişman olduğunuz bir şey var mı?

1947 yapımı bir Harley Davidson motosiklet alma hayali kuruyorum. Kırmızı bir tane gördüm, harikaydı. İnsanlar deli olduğumu düşünebilir ama o motoru alıp ofisimde heykel gibi sergilemek istiyorum.

Kitap dışında ne biriktirirsiniz?

18 ve 19. yüzyıllara tarihlenen garip, el yapımı müzik enstrümanları koleksiyonum var. Hepsi birbirinden benzersiz ve biricik.

Saat takar mısınız? Kaç saatiniz var?

Oğlum yıllarca saatlerimi çaldı durdu. Şimdi kendi saatlerini alıyor; ben de kendiminkileri geri alabildim. Şu anda eski, altın bir Patek Philippe takıyorum. Hafta sonları da yine eski bir Tag Heuer takarım.

Favori oteliniz hangisidir?

Kyoto’da sevdiğim küçük bir otel var, adı Tawaraya. 19. yüzyıldan kalma, harika bir yer. Miami’deki The Surf Club, Londra’daki Connaught ve Paris’teki Plaza’yı da severim.

Peki, favori restoranlarınız hangileri?

Londra’dayken hep aynı kulüpte akşam yemeği yerim, 5 Hertford’da. New York’ta ise sadece Il Buco’da yerim. Paris’teyken L’Ami Louis’e giderim.

Şu anda nerede olmak isterdiniz?

Buna cevabım hazır: Capri’deki Fontelina restoranında.

Gıpta ettiğiniz birisi var mı?

Ortaya bir şey koyarken kendilerinden feragat etmeyen sanatçılara hayranım; Brâncuşi ve Lucio Fontana gibi. Sınırları zorlayarak yeni bir dünya yaratmaya çalışan kişilere çok gıpta ediyorum.

Sizce, en önemli kusurunuz nedir?

Detaycılık. Sadece detaylarla ilgilenirim ki bu korkunç bir şey. Bana büyük bir şey gösterirsiniz, ama ben onda hata arayıp bulmaya çalışırım.