Prestijli Bir Eğitim: Le Régent
Geleceğin dünyasında söz sahibi olacak bireylerin yetiştirildiği Le Régent’in yönetiminde lüks saat sektöründen aşina olduğumuz bir isim var.
İsviçre’nin en genç ve modern uluslararası yatılı okullarından biri olan Le Régent International School; geleceğe hazır, iyi eğitim almış, yaratıcı ve yenilikçi dünyaya kolayca adapte olabilecek yeni nesiller yetiştirme amacıyla yola çıktı. Henüz genç bir okul, altı sene önce açıldı ancak arkasında ülkenin en köklü kurumlarından Le Rosey’in desteği de var. Uzun yıllar lüks saat sektöründe görev yapan Le Régent Okul Direktörü Olivier Gudin ile bir araya geliş nedenimiz ise bu her bakımdan “detaylara önem veren” okulun yapısını anlayıp, geleceğin lüks sektörüne nasıl bireyler kazandırmayı hedeflediklerini anlayabilmekti. Temel eğitim değerlerini tıpkı mekanik saat dünyasındaki gibi şekillendirip, cesur bireyler yetiştirmeye odaklanan Le Régent, her şeyden önce doğaya saygılı ve kendinden emin bireyler yetiştiriyor. Okulun Türkiye’den de üç öğrencisi bulunuyor.
Bildiğiniz üzere olağan dışı bir dönemden geçiyoruz. Le Régent International School’da bu süreç nasıl yönetildi?
İsviçre’de yüz yüze eğitime sadece üç hafta ara verme mecburiyetinde kaldık. O da 2020 Mart ayıydı… Bu üç haftalık kapanmadan sonra okuldaki eğitim işleyişi tamamen normal bir süreçte devam etti. Elbette gerekli olan tüm tedbirleri aldık. Öğrenciler ve öğretmenler için düzenli olarak PCR testi yapıldı. Dolayısıyla herkes oyunu kuralına göre oynadı ve çok az vaka yaşandı.
Çocukların çevrimiçi eğitime yönlendirmek de zor olmuştur.
Kesinlikle. Tüm dünyanın bu durumun farkına vardığını da düşünüyorum. Sonuçta İsviçre’de eğitim yüz yüze devam etti. Aslında fark edilen bir de şu oldu: Çevrimiçi eğitim sadece bazı bölümlerde, o da gerekli olursa kullanılabilir. Ancak yüz yüze eğitimin de temel olduğu anlaşıldı.
Burası yeni bir okul ve bildiğim kadarıyla İsviçre’nin (ve dünyanın en köklü okullarından) Le Rosey ile de bağı var. Eğitim felsefenizden bahsedebilir misiniz? Le Rosey’den neler alındı? Her iki okulun farkları neler?
Okulun bulunduğu Crans Montana bölgesinde mükemmel bir alana sahibiz ve burada başka hiç okul yok. Le Régent altı yıl önce açıldı. Temel amacımız Crans Montana’nın istisnai güzelliklerinden faydalanabilmekti. 1.500 metre yükseklikte, bir dağın tepesindeyiz ve tüm gün güneş alıyor. Burası aynı zamanda İsviçre’nin en fazla güneş gören bölgesi. Yani, muazzam bir mikroiklim alanı. Bu özelliğinden ötürü ülkenin Akdeniz iklim özelliklerini taşıyan yegâne bölgesi de… Kısaca; İsviçre’nin geleneksel ve yerel özelliklerini taşıyan ama aynı zamanda uluslararası bir okul. Dünyanın her yerinden gelen öğrencilerimiz var. Genç bir okulun gelişimi o kadar da kolay değildir. Öncelikle “prestijini” ortaya koyup, kendisini ispatlaması gerekir. İşte bu ciddiyeti bize sağlayan Le Rosey. 140 yıllık eğitim deneyimini ve uzmanlığını Le Régent’a vermiş oldu. Le Rosey, okulumuzda yönetimin bir parçası olarak konumlanıyor. Hâlihazırdaki genel müdürümüz de uzun yıllar Le Rosey’in genel müdürüydü. Ama elbette her iki okul da farklı birbirinden. Bizde sadece yatılı değil, bölgedeki halka açık olan gündüzlü bölümümüz de var. Le Rosey’de 400, bizde 200 öğrenci var. 200 öğrenciye karşılık gelen 50 öğretmenimiz mevcut. Bu sayede öğrencilerimize kişiye özel –adeta terzi işi– müfredat hazırlama şansına sahibiz. Okulumuzda akademik odak söz konusu ama biz, spor ve sanat etkinliklerine de önem gösteriyoruz. Misyonumuz, çocukların sportif ve sosyal yetenekleri aracılığıyla kişiliklerini geliştirebilmek. Bu yüzden spor da müfredatımızın önemli bir parçasını oluşturuyor. Her eğitim yılının başında öğrencilerimiz için her birine özel zorunlu ve seçmeli aktiviteleri içeren bir program oluşturuluyor. Onlar da kendileri için en uygun olanları seçiyorlar. Kış aylarında kayak dersleri alıyorlar örneğin… Dağ yürüyüşlerine de önem veriyoruz. Aynı şekilde kamp yapmaya da… Tüm bunların haricinde öğrencilerimize toplum önünde konuşma dersleri de veriliyor.
Sportif faaliyetlerde öğrencilerin çok zorlandığı anlar oluyor mu?
Aslında okula ilk başladıkları anlarda daha stresli olabiliyorlar. Eğer aralarında hiç yatılı okumayanlar varsa ailelerinden uzakta yaşamak zor gelebiliyor. Ancak okulun içinde, öğrenciler ve öğretenler arsında büyük dayanışma var. Bu zorlanma süreci de çabucak atlatılıyor. Okulumuzun misyonu öğrencilerimizin tüm yeteneklerini geliştirip, kendilerine güvenmelerini sağlamak. Bu da mücadele hissi uyandıran etkinliklerle mümkün oluyor. Kişiliklerini ortaya koyabilmeleri, kendi sınırlarının farkına varabilmeleri… Her şey bir bütün halinde. Bu tarz etkinlikler aslında eğlenceli de… Örneğin; dağda kamp yaparken korku duygusunu çok nadir yaşıyorlar. Eğer daha önce hiç kamp deneyimleri yoksa süreç biraz acılı olabiliyor tabii. Hasta olmadıkça sonuna kadar kalıyorlar. Kendi zorluklarıyla yüzleşiyorlar bir bakıma… Öğrencilerin bu mücadeleye girmesi aynı zamanda içsel yolculuklarını da başlatmış oluyor. Yakın zamanda Kenya’da da kamplarımıza devam edeceğiz.
Peki, gelecekteki mezunlarınız lüks sektörüne ne yönde fayda sağlayacaklar?
Genç bir okul olduğumuz için çok az mezunumuz var. Üniversiteye giden öğrencilerimiz de var ama onlar da henüz mezun olmadılar. Ama hepsi dünyanın sayılı en iyi üniversitelerinde okuyorlar. Oxford, Cambridge, Imperial College… Bu okullardan mezun olduktan sonra şüphesiz çok sayıda seçenekleri olacak. Gelecekte her birinin çok etkili kişiler olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla lüks sektörünün de parçası olacaklardır. Çok etkili kişiler olacakları için elbette bu sektörün bir parçası olacaklar. Öğrencilerimiz sorumluluk taşımayı biliyor; çok özel ve nitelikli ailelerden geliyorlar. Çok da iyi eğitim alıyorlar.
Sizin eğitim sektörüne geçişiniz nasıl oldu?
Uzun yıllar lüks saat sektöründe, Chopard, Roger Dubuis ve Bovet markalarında görev yaptım. 10 sene Singapur’da yaşadım. İki yıl önce farklı bir şeyler yapmak isteyerek İsviçre’ye geri döndüm. Aile işimiz olduğu için eğitim sektörü beni çekti. Le Régent’ın tanıtım konusunda desteğe ihtiyacı vardı. Ben de bu mücadeleye girmeyi ilginç buldum.
Saatler mekanik bir dünya… Eğitim sektörüne geçtikten sonra o mekanik dünyadan neler alıp eğitime adapte ettiniz. Eğitimin ve yüksek saatçiliğin ortak paydaları neler sizce?
Ortak noktaları mutlaka var. Gerek saatler gerek okulumuz; her ikisi de İsviçre kökenli. Saat sektöründen gelmiş olmam benzersiz bir bilgi birikimi sağlıyor. Saat sektöründe yaratıcılık ve çok çalışmak gerekir. Müşterinin ne istediğini anlamanız gerekir. “Hizmetin” nasıl çalıştığını da anlamak gerekiyor. Eğitim de neticede hizmet vermektir. Saat sektörü mekanik bir dünya, evet. Ve bu dünyada “hizmet” eksik olursa yaptığınız iş hiçbir şeye yaramaz. İlginçtir artık saat sektöründe faaliyet gösteren markalar özellikle otelcilik okulu mezunlarını istihdam etmeye özen gösteriyor. Çünkü bu kişiler hizmet sektörünü çok iyi anlayabiliyor.
Saatlere olan ilginiz devam ediyor mu? Bu ilginiz koleksiyonerlik boyutunda mı?
Saatleri çok seviyorum. Bende de birkaç tane var. Ama biliyorsunuz bu çok pahalı bir tutku. Çok seviyorum saatleri ama takmayı sevmiyorum.
Saatlerden bahsettik ama bir başka mekanik dünyaya, otomobillere olan ilginiz ne boyutta?
Otomobillere ilgim yok denecek kadar az ama sanata karşı tutkum olduğunu söyleyebilirim.
Güncel sanatı mı takip ediyorsunuz yoksa klasikler mi ilginizi çekiyor?
Savaş sonrası sanat ilgimi çekiyor. Müzayedelerin de sıkı takipçisiyim. Çok sık olmasa da satın alıyorum. Çağdaş sanatla da ilgileniyorum. Singapur’da yaşadığım süreçte Asya sanatını da tanıma fırsatım oldu. Çok ilginç buldum.
Az önce belirttiğiniz gibi saatler aracılığıyla lüks sektöründe de görev yaptınız. Pandemide köklü lüks markalarında ne yönde değişimler yaşandı? Neler gözlemlediniz?
Elbette büyük oranda çevrimiçine yönelme yaşandı. Büyük markalar özellikle saat sektöründekiler modellerini Instagram’da tanıtmaya başladılar. Instagram da çevrimiçinin başka bir platformu. Gerçekte fark edilen şu oldu: Lüks sektöründe talep azalmadı. Geçen sene satışlar azaldı, ama taleplerin azalmaması yüksek klasmandaki markalar için geçerliydi. İnsanlar satın almaya devam etti. Patek Philippe gibi bazı markalar satıcılarını özellikle sadece çevrimiçi satış konusunda teşvik etti. Pazarın dönüşümü söz konusu…Özellikle dağıtım kanallarında yaşanıyor bu değişim. Nihai tüketici davranışları, talepler ve lüks sektörü aynı şekilde değişim göstermeden devam ediyor.
Öte yandan lüksün de tanımı değişiyor. Sizin “gerçek lüks” tanımınızı öğrenebilir miyiz?
Benim için lüksün tanımı “çok kaliteli bir ürün kullanımıyla” aynı anlamda. Lüks de zaten çok kaliteli bir ürünü kullanmakla başlıyor. Lüks ürünlerin çok uzun vadeli bir vizyon taşımasına önem veriyorum. Ürünü çevreleyen her şey, her detay ve hizmetlerin düşünülmüş olması gerekiyor. Lüks markalarda fark ettiğim şey; çalışanlarının eğitimine artık daha öncelik vermeleri. Biliyorsunuz artık ürün tek başına yeterli değil. Müşteriyle ve onun ilgi alanlarıyla da temas halinde olmak gerekiyor.
Röportaj: Gülay Koç