Moda Müzeleri

Moda evleri için, tasarımlarıyla bir öykü yazmak kadar geçmişinden güç alan bir hikâyeye sahip olmak da önemli. Bu sezon koleksiyonlarıyla mottolarını ortaya koyan Christian Dior, Salvatore Ferragamo, Saint Laurent ve Gucci, müzeleriyle de ölümsüzlüğe bir adım daha yaklaşıyor.

 

DIOR: Avangard tavır

Paris’te tanıtımı yapılan Dior’un İlkbahar/Yaz 2018 koleksiyonu, hayli ilgi çekti. Sürrealizme gönderme yapan siyah-beyaz bir dama tahtasının üzerinde gerçekleşen defilede, yine bu iki rengin üstünlüğünü taşıyan damalı kıyafetler ve aksesuarlar öne çıktı. Avangard bir tavır ve maskülen bir görünümün hâkim olduğu şovda, beyaz tüylerle süslü siyah elbiseler, büzgü omuzlu uzun kollu ekru şifon elbiseler ve siyah beyaz gece elbiseleri dikkat çekti. Kreatif Direktör Maria Grazia Chiuri’nin başında bulunduğu ekibin tasarladığı kıyafetlerden rol çalan makyajlar ise Stephen Jones’un eseri.

 

 

Christian Dior Müzesi: Fransa Granville’deki Christian Dior Müzesi, Rhumb adındaki bir villa ve bahçelerini kapsıyor. Christian Dior‘un ailesi tarafından 1905 yılında satın alınsa da 1938’de anne Dior’un ölümü sonrası yaşanan bir ekonomik kriz nedeniyle satılmak zorunda kalınan villa ve bahçesi, Granville kasabası sakinlerince kurulan bir dernek tarafından satın alınmış. Aynı dernek, 1997’de hem villa hem de bahçede yaptırdığı düzenlemelerin ardından yapıyı müze olarak halka açmış. Yeni sergi hazırlığı için ocak 2018’de geçici olarak kapanan müze, nisanda açılacak. Ancak muhteşem güzelliğiyle bahçe, ücretsiz olarak gezilebiliyor. Şu anda Dior markasının da bağlı olduğu LVMH şirketinin yöneticilerinden Jean-Paul Claverie başkanlığında yönetilen müze; 2010 yılından bu yana, yıllık tematik bir sergiye ek olarak, sonbahar kış sergilerine ve kalıcı koleksiyonlara da ev sahipliği yapıyor.

 

SALVATORE FERRAGAMO: Benzersiz kadınlar

Milano’da tanıtımı yapılan Salvatore Ferragamo’nun İlkbahar/Yaz 2018 koleksiyonunda, Greta Garbo, Carmen Miranda, Brigitte Bardot, Eva Peron ve Marilyn Monroe gibi Salvatore Ferragamo ayakkabılarını giyen kadınların benzersizliğinden esinlenilmiş, Paul Andrew imzası taşıyan koleksiyon podyumda bahar havası estirmişti. İnce askılı ve canlı renkli ipek elbiseler, deri detaylar kullanılmış kalem etekler ve tulumlar, kadife gece kıyafetleri oldukça feminen bir siluet çiziyordu. Pastel renklerin de oldukça fazla kullanıldığı koleksiyonda, şeffaf tasarımlı ceket ve etekler de dikkat çekiyor. Kıyafetlerle ayakkabılar ve çantalar arasında tasarım açısından bir akış olduğu görülüyor. Minik el çantaları ve rahat görünümlü kalın topuklu ayakkabılar ise arzu nesneleri olmaya aday.

 

 

Salvatore Ferragamo Müzesi: 1995 yılında Floransa’da açılan müze, hem markanın yaratıcısı Salvatore Ferragamo’ya hem de ünlü kadınların gözdesi olan markanın tasarımlarına dair birçok hikâye barındırıyor. Kalıcı ve geçici sergilerin düzenlendiği müzede, 2 Mayıs’a kadar görülebilecek özel bir sergi var. Ferragamo’nun Amerika’dan İtalya’ya dönüşünün 90. yılı onuruna açılan, Carlo Sisi’nin küratörlüğünü üstlendiği İtalya’ya Dönüş 1927 sergisinde, Maccrini, Martini, Thayaht, Gia Ponto, Rosai, Balla, Depero gibi sanatçıların pek çok çalışması, o döneme ait kıyafet ve kumaşlar, el yapımı eşyalar, fotoğraf, afiş gibi basılı materyaller ile tasarımcının 1920 yapımı ayakkabıları görülebilir.

 

SAINT LAURENT: Şimdi eğlence zamanı

Saint Laurent, yeni koleksiyonunu geçtiğimiz yıl Paris’te tanıttı. Eyfel Kulesi önünde gerçekleşen defilede, koleksiyonu sunan modellerin sergilediği 1980’li yıllara özgü üzeri pullarla kaplı disko tulumları, yüksek belli şort ve tüylerle süslü deri yüksek topuklu ayakkabılar oldukça akılda kalıcıydı. Markanın kreatif direktörü Anthony Vaccarello koleksiyonuyla ilgili olarak, “Saint Laurent kızı, hayattan zevk almak, eğlenmek istiyor!” derken, tasarımların ortak felsefesini de özetliyordu.

 

 

Yves Saint Laurent Paris Müzesi: Paris‘teki müze, geçtiğimiz yıl ekim ayında kapılarını araladı. Saint Laurent’in haute couture evinin kapanmasından tam 15 yıl sonra, markanın kurucusu Yves Saint Laurent’in 30 yıl çalıştığı stüdyosu müze haline getirildi. 450 metrekarelik bir alana yayılan müze, Yves Saint Laurent’in yakın dostları Nathalie Crinière ve Jacques Grange tarafından tasarlandı. 1962’de kendi adını taşıyan ilk koleksiyonunu sunduğunda, henüz 26 yaşında olan tasarımcının 1974’ten 2002’ye kadar süren hareketli iş hayatına ve tasarım sürecinin izlerine ev sahipliği yapan bu mekân, aynı zamanda Pierre Bergé-Yves Saint Laurent Vakfı’nın da merkezi. Moda evinin 1962’deki ilk koleksiyonundan başlayarak tüm tasarımlarını, ilham kaynaklarını ve sevdiği eşyaları gözler önüne seren müzedeki parçalar, yaklaşık 5000 giysi ve 15.000 aksesuar arasından seçilmiş. Müzede, Yves Saint Laurent’in stüdyosunun yerleşim planı da korunmuş. Yakın zamanda vefat eden iş insanı ve Yves Saint Laurent’in uzun süreli hayat arkadaşı Pierre Bergé’nin, müzenin kuruluşuyla bizzat ilgilendiğini de not düşelim. Markanın Marakeş’te geçtiğimiz günlerde ikinci bir müze açtığını da not düşelim.

 

GUCCI: Güzellikten fazlası

Bu cümleyi biz değil, Gucci’nin ünlü kreatif direktörü Alessandro Michele kuruyor. Merakla beklenen İlkbahar/Yaz 2018 koleksiyonu Milano Moda Haftası’nda tanıtılan Gucci’nin tasarımları ilk görüşte, renk ve desen kullanımında hayli cesur davranıldığından olsa gerek çarpıcı bir etki bırakıyor. Kadın modellerin kıyafetlerinde maskülen ayrıntılara yer verilmiş. Tasarımcı Alessandro Michele‘in önderliğinde hazırlanan ve “Yaratmak direnmektir” sloganıyla sunulan koleksiyonda bileğin bir karış üstünde biten pantolonlar, büyük boy ceketler, uzun hırkalar ve pilili etekler dikkat çekiyor. Bu koleksiyonunda arzular gibi görünmez kavramlara odaklanan Michele, “Başlangıçta, güzellik kavramı fikrimi yansıtmamı sağlayan bir şeydi, fakat artık güzellikten daha fazlası var. Bu bir zihin hali ve derin bir ifade” diye konuşuyor.

 

 

Gucci Garden: 1921 yılında Paris‘te ve Londra’daki otellerde çalışan Guccio Gucci, otel konuklarının şık valizlerinden etkilenince Floransa’da Gucci markasını yaratıyor. Floransa’nın merkezinde Piazza della Signoria’da 14. yüzyıldan kalma bir binada 2011’de kurulan Gucci Müzesi’ndeyse bugünlerde farklı heyecan yaşanıyor. Alessandro Michele, eski müzeyi elden geçirerek, Gucci Garden adıyla yeniden sanat dünyasına hediye etti. Gucci Garden’ın içinde markanın özel tasarımlarını tarih sıralamasına göre sergileyen galeri alanları ve üç Michelin yıldızlı şef Massimo Bottura’ya emanet Osteria isimli bir restoran bulunuyor. Gucci Garden’da bir kalıcı bir koleksiyonun yanı sıra, birçok dönemden çanta, cüzdan, elbise ve fular, mücevherat, hatta spor ekipmanları yer alıyor. Dönem dönem dünyaca ünlü sanatçıların eserleri de müzede bir bölümde sergileniyor.

 

 

Yazı: İlknur Eşsiz