Madrid’in En Eski Oteli: Gran Hotel Inglés

1561’den bu yana İspanya’nın başkenti coşku dolu Madrid, kendisini ve genel olarak hayatı gün boyu kutlayan bir şehir.

Canlı Madrid, kurulduğu günden bu yana kozmopolit ve modern bir kente dönüşmüş olsa da, gelenek ve kültürünü de tutkuyla korumaya devam ediyor. Başkentin, eski ve yeniyi bir araya getiren ruhu, 1886 senesine dayanan tarihiyle Madrid’in en eski oteli olan Gran Hotel Inglés’e (granhotelingles.com) de yansımış. Madrid’in sembolik mekânlarına olan yakınlığı, şehirde kalacağım süre için Gran Hotel Inglés’i tercih etmemin sebeplerinden biri. The Leading Hotels of the World grubu üyesi olan otel, sanatsever Rockwell Grubu‘nun da katkılarıyla orijinal tasarımı korunarak tamamen yenilenmiş. Tarihsel özelliklerin çağdaş dokunuşlarla birleşimi sonucu ortaya çıkan zengin konstrastlar, otelin atmosferini daha da çok sevmeme yol açıyor. 1920’lerin lüksünün, her detayda büyük bir titizlik ve dikkatle otele yansıtıldığını görüyorum. Art Deco dekorasyonuyla otel şık, zarif ve sofistike. Bir kitap meraklısı olarak, lobinin parıldayan avizesinin ardındaki kütüphane alanı dikkatimi çekiyor. 19. yüzyılın sonunda otelde gerçekleşen birçok edebi toplantıları ve sanat sohbetlerini gururlandırmak üzere yaratılan 600 ciltlik kütüphanenin küratörlüğünü, İspanyol yayınevi Zenda üstlenmiş. Otelin eski seçkin konuklarından Virginia Woolf ya da Henri Matisse şimdi burada olsalar, bu kütüphanenin varlığından eminim çok etkilenirlerdi.

Madrid’deyken…

  • 17.yüzyılda Habsburg hanedanının merkezi olan kare planlı Plaza Mayor Meydanı, günümüzde kafelerle çevrili. Meydan, kraliyet düğünlerine ve daha birçok tarihi olaya şahitlik yapmış. Buram buram tarih kokan meydanın etrafını çevreleyen yapıların 437 adet balkona sahip olması da bu durumu açıklıyor olabilir. Meydanda zaman zaman senfoni orkestralarının konserleri de düzenleniyor.
  • Puerta del Sol, yani Güneş Kapısı, güneşi hiç eksik olmayan Madrid’in sıfır noktası. Madrid şehrinin resmi armasında da kendisine er bulan Koca Yemiş Ağacı ve Ayı tasviri, Puerta del Sol’un simgesi olan heykelde de kendine yer bulmuş. Ağaca uzanan ayı heykelinin yanında fotoğraf çekerek, şehir efsanesinin dediği gibi bir daha Madrid’e gelmek üzere totem yapmayı unutmayın!
  • Madrid sanatseverler için önemli bir şehir. Altın Sanat Üçgeni denilen müzeler bölgesini baştan sona gezmeden Madrid seyahatinizi sonlandırmamalısınız. İlk durağınız mutlaka Prado Müzesi olmalı. Yaklaşık 35.000 şahesere ev sahipliği yaptığı için dünyanın en önemli müzelerinden biri kabul edilen müzede; Romanesk dönemden günümüze kadar tarihlenen eserler arasında Velazquez, El Greco, Goya gibi İspanyol sanatçılarının, Avrupa’nın çeşitli dönemlerde faaliyet göstermiş Rubens, Mantegna, Raphael Tintoretto, Tiziano Caravaggio, Botticelli, Dürer, Poussinin de eserleri bulunuyor. Prado, Madrid‘e gelmek için başlı başına bir neden! museodelprado.es
  • Thyssen-Bornemisza Müzesi ise dünyanın en iyi özel koleksiyonlarından biri olarak bilinen, yaklaşık 2.000 resim ile akıl almaz bir koleksiyona sahip. Rubens, Cézanne, Domenico Ghirlandaio, Jan van Eyck, Dürer, Caravaggio… Büyük ustaların neredeyse hepsi bu koleksiyonda. museothyssen.org 
  • yüzyıl modern sanatına ayrılmış Reina Sofia Müzesi, Prado ve Thyssen ile Altın Sanat Üçgeni’ni tamamlamak mümkün. Müzedeki en önemli eser, Picasso’nun ünlü La Guernica’sı. museoreinasofia.es
  • 1725’ten beri hizmet veren, dünyanın en eski restoranlarından biri olan Restaurante Botin’de yemek yemeden dönmeyin! Orijinal dekorundan fazla bir şey kaybetmemiş mekânın kurulduğu ilk günden bu yana kullanılan taş fırında yapılan Segovia usulü kuzu spesiyalini deneyin. botin.es
  • Madrid‘in meşhur bitpazarı El Rastro’ya Ana pazar yerinden çok Alta ve Baja sokaklarında bulunan antikacılar daha ilgi çekici!
  • Palacio Real, İspanya Kraliyet Ailesi’nin resmi konutu. Ailenin sadece resmi davetler için kullandığı Barok tarzı yapının ihtişamının etkisine kapılmamak elde değil. 2800 odası bulunun dev sarayın sadece %50’sinin ziyarete açık olduğunu söylemeden geçmeyeyim.