Luxurys Kulüp: Cem Terzihan
Cem Terzihan, bizi büyüleyen dinginliği ve çevresini canlandıran güzel enerjisiyle, kreatif direktörlüğünü yaptığı mücevher markası Terzihan’ı anlatıyor.
Bugün alıp yarın sıkılacağınız değil, sonraki nesillere devredeceğiniz; kontrolsüzce büyüyen değil butik ruhuyla hizmet veren; kalabalık ve kolay bulunan değil az, öz ve özgün olanı üretme peşinde Cem Terzihan. Aile geleneğini jenerasyonunun enerjisiyle dünya çapında peşinden koşulan yeni nesil mücevherlere taşırken, kimselerle ilgilenmeden, kendi tasarım çizgisinde emin adımlarla yürüyor. En büyük sırrıysa, mütevazılığı…
Genç bir kreatif direktör olarak Türk mücevher sektörünün neresinde konumlanıyorsunuz?
Türk mücevher sektöründen ziyade, dünya genelinde bakmayı tercih ediyorum çünkü mücevheri kendi içinde Türk veya yabancı olarak ayırmıyorum. Mücevher biraz da yıllar geçtikçe üzerine eklenen bir şey. 30 yıllık bir markayız, son yedi sekiz yıldır bir tarz oturtmaya başladık. Üretim ve tasarım süreçleri değişiyor, tarz bir yerden bir yere gidiyor, bu yüzden hep mütevazılıktan yanayım. Benim için en önemli noktalardan biri butik kalabilmek. Türkiye’de de dünyada da, görece genç, son dönemde belirgin bir tarz oturtmak üzerine yoğunlaşan, diğer Türk markalarına göre daha modern bir çizgide kalmak istiyoruz. Ama şunu da belirtmeliyim ki, nihayetinde Nuruosmaniye’de mücevher işi yapan bir aileden geliyorum. Stil olarak geleneksel Türk mücevherinden ne kadar uzağım bilemem, ama onu benimseyip kendi tarzıma yönlendirmeye çalışıyorum. En modern, en düz çizgide kalmak istesen de, aileden gelen bileşenler ister istemez tasarımlara yansıyor. Bir de Atölye Fancy oluşumumuz var: Daha dijital ağırlıklı, çevrimiçi satış odaklı hızlı koleksiyonlar ve çekimler yapıyoruz. Biraz daha hızlı mücevher konsepti…
Terzihan tasarımlarını üç kelimeyle anlatır mısınız?
Modern, sıra dışı ve mimari. Yaptığımız parçaların dokularıyla şaşırtan, mimari izler taşıyan, farklı tasarımlar olmasını seviyoruz. Aztec kolyemiz Orta Amerika’daki Aztek yapılarından esinleniyor mesela.
Bu ürünün tasarım ve üretim süreci nasıl gelişiyor?
Ben ilham perisine pek inanmıyorum. Sürekli olarak bir şeyler çiziyoruz ama bazen gerçekten bir şeyler yakaladığımızı hissediyoruz. Bir hafta 10 gün çalışıp, hiçbir zaman kullanmayacağımız şeyler çıkardığımız da oluyor ortay, çok satan üç dört modelimizi üç dört saatte çıkardığımız da. Tasarım şekillendikten sonra butik çalışmayı sevdiğimiz için hemen dijitale dökmek yerine önce kağıda aktarıyoruz. Ardından üç boyutlu çizim yapılıyor ve bundan sonra da ürün muma dökülüyor. Mum üzerinde son işlemler yapılıyor. Ardından döküm ve mıhlama işlemleri geliyor. Yine de tasarıma hemen güvenmiyoruz. Deniyoruz. Bazı insanlara gösteriyoruz ve tepkilere göre hareket ediyoruz. Çok güzel olduğunu düşünüp ardından iptal ettiğimiz parçalar olmuştur. Yaptığın şey beğeni görmeyebilir. Bunu dramatik bir tepkiyle karşılamak yanlış. O yüzden ben deneyip, müşteri kitleme uyuyor mu, marka için çizdiğimiz yola uyuyor mu görmekten yanayım.
Taşlar da Terzihan tasarımlarında özel bir yere sahip…
Son dönemde çıkardığımız, şu anda Harrods ve Lizbon mağazalarımızda satışta olan koleksiyonumuz Neutra, adını, kullandığımız natürel taşlardan alıyor. Koleksiyonun tamamı 18 ayar pembe altın üzeri pırlantayla çalışılıyor. Farklı bölgelerin farklı mimari özelliklerinden esinlenen modellerimiz var: Mesela Dome yüzüklerimiz için siyah oniks ya da malahit taşlarını Avrupa şehirlerindeki kubbeleri andıracak şekilde kesiyoruz ve ortalarına pırlanta yerleştiriyoruz. Özellikle bu koleksiyon için taş çok özel bir yere sahip ve hepsi farklı yerlerden geliyor. Yeşil malahit, mavi lapis lazuli ve beyaz agat sevdiğimiz taşlardan. Taşlara dokularını hissedilebilir kılmak adına farklı bir uygulama yapıyoruz. Damarları olabildiğince görünür hâle getirmek için çalışıyoruz. Yani bizde taşların önemi büyük. Önemli olan hepsinin natürel olması ve farklı kesimlerde olmaları.
Sevdiğiniz birine koleksiyonlardan bir parça hediye edecek olsanız bu ne olurdu?
Hayatta olsaydı, Zaha Hadid’e Aztec kolyemizin siyah oniksli versiyonunu hediye ederdim. O daha kıvrımlı formlardan hoşlanıyor ama bence bu köşeli parçayı severdi.
Terzihan ve genel anlamda mücevher sektörü pandemi sürecini nasıl yönetti?
Aslında bizim için çok kötüydü diyemem. Evet, mağazalar kapandı, çalışamadık ama süreci izlemek ilginçti; çünkü büyük değişiklikler oldu. Tıpkı moda sektöründe olduğu gibi bir sadeleşme ve yavaşlama var. Çalıştığımız satış noktalarıyla aramızdaki alım süreci tamamen değişti. Artık oralara birebir gitmiyoruz. Ayrıca işimiz mücevher olduğu için son kullanıcı, yani müşteriyle iletişimimiz de aslında çok fazlaydı ve satış yapan noktalar bizi müşteriyle birebir görüşmemiz için davet edebiliyordu ama şimdilerde bu değişti. Koleksiyonu Zoom üzerinden tanıtıyoruz, satış noktaları da artık WhatsApp ya da Zoom üzerinden çalışıyor. Yani ürün aslında görülmeden satış noktasına, yine görülmeden müşteriye gidiyor. Ayrıca yüksek kiralar şu dönemde zorladığından, herkes bir bekleme ve izleme sürecine girdi. Avrupa’da da Türkiye’de de multi-brand mağaza konsepti çok azaldı. Birçok marka müşteriye kendi satış yapma kanalını güçlendirmeye çalışıyor. Zor ve yoğun bir organizasyon çalışması gerektiren bir sistem aslında…
Markanız yurtdışında da yer alıyor.
Biz yurtdışında çalışmaya Portekiz’de başladık ve şu an hâlâ orada bir butiğimiz var. Aslında pazara göre bir değerlendirme yapıp bu adımı atmış değiliz. Ama ailece Lizbon’u çok sevdik. Orada ürün temin ettiğimiz mağaza müşterilerimiz vardı ve gide gele şehirle bağ kurduk. Yeni insanlarla tanıştık ve her şey çok hızlı ilerledi. Yeni bir konseptin çıkış noktası olduğunu düşündük ve orada bir mağaza açtık. Lokasyonu çok iyi, Avenida da Liberdade üzerindeyiz ve karşımızda Cartier var. Bu mağazanın çok güzel etkileri oldu ve oradan sonra Arap Yarımadası’na ve Londra’ya kaydık. Ürünlerimiz bugün Londra’da Harrods ve Frost of London, Portekiz ve İspanya’da El Corte Ingles çok katlı mağazalarının lüks departmanlarında, Doha’da Blue Salon’da sergileniyor.
Terzihan tasarımlarının sanata göz kırpan bir yönü de var aslında…
Mayfair’de House of Fine Art sanat galerisinde Banksy sergisiyle beraber özel üretim parçalarımız satışta. Burada anında satış olmuyor, randevu alıp alt kattaki özel kasalarda servis alabiliyorsunuz. Sanatla mücevherin orada bir arada bulunması bizi mutlu ediyor. İyi de giden bir iş birliği.
Bildiğimiz kadarıyla saatlere de özel ilginiz var.
Yaşım gereği klasikleri değil de, spor saatleri daha çok seviyorum. Bence saatin güzelliği şu; çok hızlı bir piyasa. Saatleri alır, kullanır, yeri gelince satarım. Sabit tuttuğum bir saatim yok. Saat çok keyifli ama mücevherden aldığım hissiyatı almıyorum. Yatırım aracı olarak çok mantıklı buluyorum. Mekanik tarafı beni çok etkilemiyor. Markalar bazında konuşacak olursak; fiyat performans dengesiyle IWC’yi çok başarılı buluyorum. Ama Audemars Piguet’deki kendini konumlandırma başarısı bence başka hiçbir markada yok. Patek Philippe kadar yüksekten uçmuyor, F.P. Journe kadar butik ve komplike de değil, Rolex kadar ana akım olmaya çalışmıyor. Yalnız tek bir eksiği var: Piguet, Royal Oak dışındaki modellerini de öne çıkarırsa dünyanın en başarılı saat markası olacak. Saat bir yandan işimin de bir parçası. Bağdat Caddesi ve Kapalıçarşı’daki Fancy mağazalarında Terzihan mücevherlerinin yanı sıra, Ulysse Nardin, Frank Muller, Dupont gibi markaların bayiliğini yapıyoruz. Ayrıca Fancy Chrono oluşumumuz yüksek markaların saatlerini alıp sattığımız bir platform; her şeyde olduğu gibi bu alanda da dijitalleşme söz konusu.
Mücevherler belki de akla gelen ilk lüks objelerden. Peki sizin için lüksün tanımı nedir?
Benim için lüks, başkalarının fikrini önemsemeden kendi tarzını, stilini belli bir çizgide koruyabilmektir. Maddi şeylerden ziyade, lüks bu. Ben henüz bu seviyede değilim. Ama tarzıyla kendini rahatça ortaya koyan insan acayip bir lükse sahip. Bunun dışında her şey gelip geçici.
Röportaj: Cansu Varol
Fotoğraflar: Erhan Tarlığ