Luxurys Kulüp: Best Medya Yönetim Kurulu Başkanı Emrah Hattat
Emrah Hattat, popüler olanın değil, zevkleri doğrultusunda tercih yapıp limitli üretim saatlerin izini sürüyor.
Klasiğin değil de moda olanın lükse dönüşmesinde dijital dünyanın büyük katkısı bulunuyor. Bu görüş –ben de katılıyorum– Best Medya Yönetim Kurulu Başkanı Emrah Hattat’a ait. Ulaşılamayan, limitli üretim bazı saatlerin sosyal medyanın gücüyle fazla talep görmeye başlaması, bu saatler için gereken bekleme sürelerini uzatıp –kimi zaman ortadan kaldırıp– erişilebilir olmayı en üst seviyede nadirlik boyutuna taşısa da, o, istediği saate ulaşabiliyor. Salt maddiyatla elde edilemeyecek modellere sahip oluşunun nedeni de bu aslında. Popüler olanın değil, zevkleri doğrultusunda, kendisini kullanırken rahat hissettiği modellerin izini süren Hattat ile hem saatleri hem de lüksün sosyal medyaya yansımasını konuştuk.
Lüks önceleri ‘pahalı olan’dı, ancak son birkaç senedir markalar deneyim yaratmaya odaklandı. Bu noktada sizin gerçek lüks kavramınızı merak ediyorum.
Eskiye kıyasla daha çok ‘moda’nın lüks olduğunu düşünüyorum. Önceleri klasik olan lükstü. Otomobilde örneğin Rolls-Royce ve Bentley gibi markalar lüks, Ferrari ve Lamborghini’ler spor araç olarak düşünülürdü. Lüks kategorisine girmezlerdi. Şimdi klasik, lüks olmaktan çıktı; moda lüks oldu. Kendinizi nerede rahat hissediyorsanız kendi lükslerinizi de yaratmaya başlıyorsunuz. Saatlerde ise Patek Philippe klasik, lüks bir marka. Vacheron Constantin da… Rolex ise önceleri lüks olarak adlandırılmazdı. Birkaç platin, pırlantalı modellerinin haricinde daha spor ve günlük kullanıma uygun saatlerdi. Şimdilerde bir Rolex Daytona ya da GMT fazla talep görüyor. Hem çok moda… Sözünü ettiğim bu modeller talepten dolayı insanların lüksüne dönüştü. Hâlihazırda piyasa değeri birçok saatten daha ucuz olmasına rağmen Rolex Daytona için ortalama yedi yıl bekleme süresi veriliyor.
Bunun nedeni lüksün dijitale yansıması olabilir mi?
Bütün kıyamet oradan kopuyor zaten. Size şöyle bir örnek vereyim: Patek Philippe’in 5711 Nautilus modeli var. Önceleri, yani Instagram hayatımıza girmeden önce, daha kolay ulaşılabilen, daha rahat elde edilebilen ve daha ucuz bir saatti. Ama insanlar Instagram’da göre göre mutlaka bu saate sahip olmak istediler. Sonuç; 5711’e artık sipariş süresi bile verilemiyor. İki sene öncesine kadar yedi-sekiz yıl beklerken, son bir senedir, “Bütün siparişlerimiz kapandı” açıklaması yapılıyor markadan. Bence bu, sosyal medyanın, özellikle dijitalleşmenin yaygınlaşmasından sonra oldu. İnsanlar çok çabuk ulaşıp, görüyorlar.
Sizin de bir hesabınız var Instagram’da Patekgram adında…
Çocukluğumdan beri saatlerle iç içeyim. Bu ilgim devam etti yıllar içinde de… Bütçem elverdiği sürece güzel saatler almaya gayret ettim. Çok sevdiğim arkadaşlarımın Instagram’da hesapları vardı ve beni de bir hesap açmam konusunda teşvik ettiler. Yaklaşık iki sene önce açtım Patekgram’ı. Çok ilginç şekilde her gün onlarca insan paylaşımlarımı görüp, fiyat soruyor. Satış yaptığımı zannediyorlar. Gerçekten saate olan ilgisi olanlara paylaştığım modelleri anlatıyorum. Ama çoğunluk, paylaşımlarımı 300-400 dolara satılan sahte saatler zannediyor.
Peki, kendinizi koleksiyoner olarak tanımlıyor musunuz?
Hayır, koleksiyoner değilim. Koleksiyonerler, koleksiyonunda olması istediği markaların tümünü ya da belli bir modelin tüm serisini alır. Ben öyle değilim. “Mutlaka almalıyım” dediğim bir saat oluyor ve alıyorum. Bir sene geçtikten sonra da benim için hiçbir anlam ifade etmiyor. Yani, ikinci bir saati görene kadar hiçbir sorun yok. Bu yüzden koleksiyoner olduğumu düşünmüyorum.
Bir tane saatiniz yok ama?
Tabii ki. Ama diğer koleksiyonerler gibi onlarca da saatim yok.
Saat alırken ne cezbediyor sizi?
Bulunmayan bir saati almak herkes için çok önemlidir. Benim de saatlerim böyle. Şu an kolumda Richard Mille’in ABD için yapılan ve 88 limitle sınırlandırılan bir modeli var örneğin. Piyasaya çıktığında zor bulunan bir modeldi. Bundan sonra da tekrarı olmayacak. Görsel olarak beni memnun eden bir saat. Bir ressamdan bir eser satın alırken bile mutlaka -boyası taşmamış olacak gibi- detaylara takılırım. Bu durum saatler için de geçerli. Bu yüzden limitli modeller alıyorum. Rolex Daytona’da örneğin çoğu kişi beyaz kadranlı versiyonu tercih etti. Ama benim hiç hoşuma gitmedi. Çiğ bir beyazdı ve saat sahte gibi duruyordu. Siyah kadranlı olanı aldım ben de. Patek Philippe 5711 modelinde de herkes mavi kadranlı versiyona yönelirken bu kez beyaz kadranlı olanı aldım. Cenevre’de Patek Philippe Salon’dan satın almıştım saati ve onlar da bu tercihime şaşırdılar. Satın alacağım saatlerin benimle örtüşmesi gerektiğine inanıyorum.
Karmaşık komplikasyonlar, mekanizmalar ve kadranlar mı tercih ediyorsunuz genelde? Richard Mille genellikle karmaşıktır çünkü…
Aslında en sade olanı aldım: RM 55. Herhangi bir GMT’si, kronosu gibi detayı yok. Son derece yalın. Bir Vacheron Constantin’ım vardı, üzerinde ne saniye ne de tarih göstergesi bulunuyordu. Audemars Piguet 15202 Royal Oak “Jumbo” Extra-Thin’imi de çok seviyorum. Çok tercih edilen bir model. Onda da saniye yoktur.
Saat fuarlarını takip eder misiniz ya da bir saat manüfaktürünü ziyaret etme şansınız oldu mu?
Davetlere çok fazla icabet etmeyi sevmiyorum. Öyle bir kötü huyum var, aslında gitmek gerekiyor. Saat fuarlarına fırsat buldukça giderim tabii. Bu sene Basel’e gittim. Önümüzdeki seneden itibaren Basel’de çok bir şey kalmayacak. SIHH’te de sistem değişiyor. Ama fuarları seviyorum. Salonları veya butikleri dolaşmayı da… Mekanizmadan çok fazla anlamam o yüzden manüfaktür ziyaret edip de yapılışını görmek çok anlam ifade etmiyor bana.
Bu aralar satın almayı planladığınız bir model var mı?
Sürekli. Patek ve Rolex vazgeçemediğim markalar. Çok fazla saat değiştiriyorum ancak bu işin ticaretini yapmıyorum. Saatlerim arasında sirkülasyon çok fazla olduğu için elden çıkarırken de zarar etmek istemiyorum. Her sene bir saat değiştirdiğim göz önünde bulundurulursa elden çıkarırken her seferinde %20, %30 kayıp yaşamak can sıkabilir. Bu bir zevkse, zevkin olduğu yerde canın da sıkılmaması gerekiyor. Sonuçta ben de daha çok tercih edilen markaları ve modellerini alıyorum, hoşuma da gidiyorsa…
Nerelerden alıyorsunuz?
Hem otomobilimi hem de saatimi ya distribütörden ya da kendi butiğinden alırım. Rolex’lerimi her zaman İstanbul’dan Rhodium’dan alırım. Patek’lerimi Cenevre Salon’dan veya İstanbul’dan Tektaş’tan alıyorum. Richard Mille’i henüz Türkiye’den alma şansım olmadı butik yeni açıldığı için. Onu Miami butiğinden almıştım. Zaten Richard Mille’i de belli, sabit bir yerden alamıyorsunuz. Bendeki model ABD için yapıldığından onu oradan almam gerekiyordu. Bundan sonra hedefimdeki saat Patek Philippe Nautilus koleksiyonunun en yeni modeli, 5740. Beyaz altından, perpetual calendar özellikli. Çok hoşuma gitti. Bu konuda girişimlerim devem ediyor.
Ne kadar bekleyeceksiniz bu saati?
Artık ne derlerse… Lobisini yapmaya Cenevre’ye gideceğim. Geçen ay Londra’da Richard Mille butiğindeydim. Orada mesela sonunda RM 11-03 McLaren için sıraya alıp, saati 2020’de alabileceğimi söylediler. Çok özel bir saat. Listeye alınmam çok kıymetli.
Yurtdışında bazı özel salonlara gittiğinizde nasıl bir hizmetle karşılaşıyorsunuz? Özel birtakım ritüeller var mı?
Patek Salon özelinde konuşmam gerekirse… Öncelikle inanılmaz bir binanın içindeler, zaten içeriye girer girmez etkileniyorsunuz. Son derece kibar insanlarla karşılaşıyorsunuz. Avrupa’nın son derece kaliteli, üst düzey, zengin ama sade isimlerine rastlıyorsunuz burada müşteri olarak. Orada oturup saatlerce satın almak istedikleri modelleri inceliyorlar. İnanılmaz bir servis var. Diğer markaları butiklerinde de Türkiye’deki standartlarla karşılaşıyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye’de de bu işe ciddi emek harcanıyor.
Fotoğraflar: Erhan Tarlığı