Kimliğin Doğası: Lisa Marie Presley’den Miras Aldığımız ve İnşa Ettiğimiz Kimlik Üzerine Bir Ders

Miras olarak gelen ün, pek çok kişi için bir ayrıcalık gibi görünebilir. Ancak, bazen bu mirasın altında yatan kimlik çatışmalarını da beraberinde getirdiği bir gerçek. Lisa Marie Presley, yıllar boyu tanınan bir isim olmanın ağırlığını taşırken, aynı zamanda kendi kimliğini bulma mücadelesi verdi. Babasının ardında bıraktığı efsanevi mirası ve kendi iç dünyasını anlamaya yönelik çabası, Lisa Marie’nin posthumous olarak yayımlanan From Here to the Great Unknown adlı kitabında öne çıkıyor. Presley, “Kim olduğumu bilmiyorum… Kendi kimliğimi hiç keşfetme şansım olmadı,” diyerek bu çatışmanın hayatındaki derin etkilerini gözler önüne seriyor. Kimlik, kimi zaman bize miras kalan bir yük, kimi zaman da bilinçli seçimlerle biçimlenen bir varoluş mücadelesidir.

Miras Alınan Kimliğin İncelikleri ve Çatışmaları

Kimlik, dünyaya kim olduğumuzu ve neyi temsil ettiğimizi anlatır. Ancak, kişisel seçimlerle belirlenmeyen bazı unsurlar -ırk ya da milliyet gibi- doğuştan gelen sabit parçalar olarak kabul edilir. Buna karşın, günlük hayatta bize takılan “başarılı,” “asi” ya da “hüzünlü” gibi etiketler, zamanla kimliğimizin ayrılmaz parçalarına dönüşebilir. Presley, daha genç yaşta ‘hüzünlü’ bir imajla anılmaya başlamış ve bu imaj, yıllar boyunca onu takip etmişti. Elvis Presley’nin mirasının yoğun baskısı altında yetişen Lisa Marie, bu imajla başa çıkmaya çalışırken dört başarısız evlilik, kariyerinde gelgitler ve bağımlılık sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kaldı.

Presley ailesinin efsanevi evi Graceland, baba-kız için hem bir sığınak hem de ortak bir sembol haline geldi. Ironik bir şekilde, her ikisi de burada yan yana yatıyor, ikisi de kalp krizine yenik düşmüş – Elvis’in bağımlılık yüzünden, Lisa Marie’nin ise ameliyat sonrası komplikasyonlarla sonuçlanan bir kalp krizi. Ailesini genç yaşta kaybeden biri olarak, Lisa Marie, başkalarının gözlemlerine dayanan belirsiz anılar ve yanlış tanımlamalarla kendi kimliğini bulma çabası içinde debelenip durdu.

Kendin Yaratılan Bir Kimliğin Gücü

Her bireyin kimliği aslında kendi kontrolünde şekillenebilir. Müzik ve sinema dünyasında David Bowie veya Lady Gaga gibi isimler, kendi kimliklerini sürekli yeniden şekillendirerek varlıklarını koruma yoluna gitmiştir. Bugün, kendini yaratma ve kişisel marka oluşturma kültürü giderek yaygınlaşıyor. Paris Hilton bunun en dikkat çekici örneklerinden biri: sürekli Barbie olarak anılmaktan yorulmuş ve kendi hikayesini anlatmak istemişti. Dedesinin neredeyse tüm servetini bağışlayacağını açıklamasının ardından, Paris Hilton kendi iş imparatorluğunu kurarak başarılı bir kariyer yaratmayı başardı.

Bu noktada önemli olan, başkalarını etkileme arzusu ile kendine olan güven arasındaki dengeyi bulmaktır. Kimlik, boşanma, iş kaybı ya da emeklilik gibi dönüşüm anlarında hızla sarsılabilir. Presley de oğlunun intiharının ardından kendi acısıyla başa çıkma amacıyla yas savunuculuğuna yöneldi ve böylece hayatına yeni bir anlam kazandırmayı başardı. Kimlikte miras alınan ve kendi yarattığımız yönleri harmanlayarak bir denge sağlamak, kendimizi gerçekleştirmemizde büyük rol oynar.

Karma Kimliğin Peşinde

Sonuçta, kimlik, miras aldığımız ve inşa ettiğimiz unsurların karmaşık bir harmanıdır. Kimi zaman aldığımız mirasın ağırlığını taşır, kimi zamansa bilinçli seçimlerle kendi yolumuzu çizeriz. Hangi aileye, hangi koşullara doğduğumuz bizim elimizde değildir. Ancak bu unsurları nasıl yorumlayıp yeniden tanımlayacağımız tamamen bizim tercihimizdir. Mirasımızı kabul etmek ya da kendi yolumuzu çizmek – en önemli olan, kim olduğumuzu dürüst bir şekilde belirlemektir.

Referans: psychologytoday.com
Yazar Hakkında: Nuala Walsh, Trinity College Dublin’de davranış bilimleri alanında görev yapan bir akademisyen ve aynı zamanda TUNE IN: How to Make Smarter Decisions In a Noisy World adlı kitabın yazarıdır.