Kamil Taner ile Kahve Molası

Ödüllü mimar ve tasarımcı Kamil Taner, İstanbul’dan ilham alarak oluşturduğu mobilya tasarımlarıyla adından söz ettiriyor. 

Tasarladığı mobilyalarla İtalya’da yapılan uluslararası tasarım yarışması A Design Awards’ta ödül kazanan Taner, geçmiş ile günümüzü, tarih ile anı birleştiren bir tasarımcı olarak tam bir İstanbul aşığı… Tasarladığı mobilyalarda da İstanbul’un farklı semtlerinden izler var ve isimleri de bu semtlerden geliyor: Arnavutköy, Cihangir, Galata… Son yıldızı ise Çukurcuma.

Bir mimar olarak neden mobilya tasarımına ağırlık verdiniz?

Mobilya tasarlamak benim için bir tutku. Her gün heyecanla yaptığım, hayatımın parçası haline gelmiş olan bir gerçek. Formu çizerek başlamak, ardından bu formun ne malzemelerden oluşacağına karar vermek, onu fonksiyonel ve kullanışlı hale getirmek, görsel olarak estetiği öne çıkarabilmek ve bunu her seferinde değişik müşteriler için yapmak sürekli olarak kendimi yeniden keşfetmeme neden oluyor.

Ne tip mobilyalar tasarlıyorsunuz?

Berjerler, koltuklar, masalar, sehpalar, sandalyeler, yataklar, dolaplar, büfeler, aydınlatmalar….

İlhamı nelerden alırsınız?

Zamansız tasarımlar yapmak benim için önemli. Tasarımda trend olanı takip etmiyorum. Ben geçmiş ile günümüzü, tarih ile anı birleştiren bir tasarımcıyım. Geçmişimiz benim için çok önemli. Tasarımlarımda tarihten esinlendiğim veya tarihi kullandığım birçok form var ve dikkat ederseniz tasarladığım mobilyaların isimleri Arnavutköy Berjer, Cihangir Masa, Galata Lamba… Bu isimler tasarımlarımda nereden esinlendiğimin göstergeleridir.

Tasarım süreciniz nasıl işliyor?

Tüm tasarımlarımı önce kara kalemle çizip sonra bilgisayarda son teknoloji olan üç boyutla çiziyorum ve ardından bu tasarımları işinde üstat olan zanaatkârlarla hayata geçiriyorum.

Hangi malzemeler ile çalışıyorsunuz?

Doğal malzemeler ile çalışıyorum. Ahşap, mermer, demir, bronz, pirinç, ağırlıklı olarak kullandığım malzemeler. Ayrıca 200 yaşına gelmiş antika ahşaplarla ve taşlarla çalışıyorum. Bulmak her zaman kolay olmuyor ama iki asırlık bir ağaçla çalışmak bambaşka bir duygu.

Peki ya tasarımlarınız aklınızdakine yakın şekilde kolayca hayata geçebiliyor mu?

Dünyanın en iyi ahşap ustaları Rumlar’dan çıkmadır. Ben de Rum ustalarla, tamamıyla el işçiliğiyle çalışan ve bunu bir sanat şekline getirmiş üstatlarla çalışıyorum. Pirinç ve bronz dediğiniz zaman ise söz Ermeni ustalarda. Bu tip zanaatkârlarla çalışırsanız, tasarımlarınız farklı bir boyut kazanıyor. İstanbul gibi çok kültürlü ve tarihi çok eskilere dayanan bir şehirde yaşamak bana işinde el işçiliğiyle yaratan zanaatkârlarla çalışma imkânı veriyor.

Tasarım ve mimarlıkta hangi akım ya da ekolü kendinize yakın buluyorsunuz?

1930 ile 1970 yılları arasında Jean Prouve, Paul Evans, Hans J. Wegner, Alvar Alto, Paul Kjaerholm gibi dünyaya mal olmuş tasarımcı mimarlar beni çok etkiliyor. Bu üstatların  o günün şartlarında tasarımı ele alış şekilleri, doğal malzemeyi daha zorlu şartlarda kullanabilme kabiliyetleri, fonksiyonelitede yaratıcılıkları beni hâlâ büyülüyor.

Onlar gibi düşünmeye çalıştığınız oluyor mu?

Benim de kendime tasarımlarımı yaparken sorduğum ilk soru hep aynı: Şu anda benim yerimde bu üstatlar olsalardı, acaba ne yaparlardı? Galiba ben bu büyük üstatlar gibi olmaya, onların yerine geçtiğimi hayal edip, onların yolundan yürümeye çalışıyorum.

Kişilere ve şirketlere özel mobilya tasarlıyor musunuz?

Tabii ki. Müşterilerim arasında tasarıma önem veren ve tasarım ürünleri sahibi olmak isteyen insanlar yer alıyor. Kendisine özel tasarımların yapılmasını isteyen ve başka hiçbir yerde olmasını istemeyen insanlar. Benden projeleri için mobilya tasarlamamı isteyen iç mimari/mimarlık şirketleri yanında, mobilya tasarım hizmeti alan mobilya üreticileri de bulunuyor.

İtalya’da yapılan uluslararası tasarım yarışması A Design Awards’ın kazananlarından biri olmayı neye borçlusunuz sizce?

Bence en başta işinizi sevmek ve çok sevmek geliyor. Detaylara önem vermek de çok önemli. Kendinizi hep “bunu daha iyi nasıl yapabilirim” diye zorlamalısınız; çünkü sınırları zorladıkça gelişiyorsunuz ve tasarım anlayışınıza yeni bir katman daha ekleniyor. Yapabileceğinizi bilmeniz ve hissetmeniz şart. Ödül alan Metatron Armchair’i işte bu hissiyatla tasarladım.

Mobilya tasarım anlamında yeni bir serüvene başlamışsınız. Yeni heyecanınızdan bahseder misiniz?

Hep daha yeniyi keşfetmeliyiz. Bu arayışla, Çukurcuma Coffee Table benim için kendimi yeniden keşfetme şekillerimden bir tanesi oldu. Üretimde 200 senelik antik meşe ağaçlarını kullandık. Bu ağaçları doğru kullanabilmek tasarım açısından çok önemliydi. Dairesel formlu bu sehpanın ayakları da yine dairesel formda. Taşa benzeyen ayaklar, 1.750 derecede dökülmüş olan çok özel bir bronz-bakır-alüminyum karışımı. Bunu gidip hazır malzeme olarak satın alabilmeniz mümkün değil. NASA, CERN, TESLA gibi şirketler için nitelikli, niş metal üretimi yapan fabrika içerisinde tasarladığımız kalıptan çıkardık bu ayakları. Bronzdan yapıldığını çok hafifçe anlatmak için ayakların altlarından ve yanlarında çok az bir bölümünü törpüledik. Bu sehpanın aynısından yapabilmek bir daha mümkün değil; çünkü kalıptan çıkan taş görünümlü bronz form her seferinde farklı çıkmak durumunda. 200 senelik antik ahşapla, tarih ile son teknoloji olan günümüzü zarif bir biçimde sentezledik. 

Sık seyahat ettiğiniz ortada. En sevdiğiniz üç şehir hangileri?

Paris, Floransa ve New York.

Mimarisine hayran olduğunuz yapı hangisi?

Barselona’daki La Sagrada Familia kilisesi.

Sizi bir mimari yapıda en çok etkileyen şey nedir?

Yaratıcılık ve harmoni.

Bir odaya girdiğinizde en çok neye dikkat edersiniz?

Uyum ve kontrastın nasıl kullanıldığına bakarım.