Güneşli Adalar Ülkesi: Malta
Yedi adadan oluşan ancak sadece üçünde hayat olan Malta’yı bu yaz mutlaka görmelisiniz.
Yazı: Saffet Emre Tonguç
Yılın 300 gününü ışıl ışıl geçiren, dünyanın hem en küçük hem en fazla kültürel[1]tarihsel mirasa sahip ülkelerinden biri Malta. Bizim Göbeklitepe elindeki unvanı alana dek, dünya bu ülkeyi en eski tapınağın olduğu yer olarak tanıyordu. Ama 5.600 yıllık Malta Monolitleri’nin yıldızlığına, 12 bin yıllık Göbeklitepe’nin keşfi son verdi. İtalyan filozof Tommaso Campanella’nın kurguladığı ütopyaya verdiği adı hatırlattı bana Malta. Çünkü gidince ister istemez ağzımdan “güneş ülkesi” tanımı dökülüverdi. TV programım Ayrıcalıklı Rotalar’ı çekmek için 2019 yazında gittiğimizde, gölgede bile 35 dereceydi; artık gerisini siz sevgili okurların tahmin gücüne bırakıyorum!
Kimler Gelmiş Kimler Geçmiş
Malta yedi adadan oluşan bir ülke ama sadece üç adada hayat var; Malta, Gozo ve Comino. En büyük ada ve en fazla nüfusun yaşadığı yer, Malta. Başkenti Valetta. 2018’de Avrupa Kültür Başkenti seçilen bu küçük başkent, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alıyor. Malta, yüzölçümü itibarıyla dünyanın en küçüklerinden olsa da kilometrekare başına düşen tarihi ve kültürel miras açısından dünyanın en zengin yerlerinden biri. Aslında bunu zengin tarihine borçlu olduğunu, geçmişini biraz inceleyince anlıyorsunuz. İnsanlığın en eski adreslerinden biri olan Malta’nın tarihi yaklaşık 8.000 yıl önce başlamış. Adanın ortasında yapılan kazılarda, Avrupa ve Afrika kıtalarının birbirine bağlı olduğu zamanlardan yadigâr, fil kalıntısı bile bulmuşlar.
Hz. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Aziz Pavlus ya da diğer adıyla Tarsuslu Pavlus, başta Anadolu olmak üzere Akdeniz çanağında çok sayıda yolculuk yaparak yeni din Hristiyanlığı yaymaya çalışmış. İşte bu yolculuklarında gittiği adreslerden biri de Malta olmuş. Bir süre adada yaşamış ve halkı Hristiyanlığa davet etmiş. Malta; Fenikelilerden Kartacalılara, Romalılardan Bizans’a ve Araplara kadar birçok medeniyetin hâkimiyeti altında kalmış. Bizanslar ile Araplar adayı bir türlü paylaşamamışlar ama sonunda 870 yılında Arapların eline geçmiş Malta. Bu dönemin etkisi hâlâ kullanılan dilde görülüyor. Maltacanın %60’ı Arapça kelimelerden oluşuyor. “Merhaba”, “mukaddes”, “Allah” bu kelimelerden sadece birkaçı.
Osmanlı İmparatorluğu, Malta’yı 1565’te kuşatmış. Fakat Turgut Reis’in ölümünün yarattığı moralsizlik ve Osmanlı’nın Akdeniz’in ortasındaki bu stratejik adayı almasından korkan Avrupalıların gönderdiği askeri yardım sayesinde bu girişim başarısızlıkla sonuçlanmış. Ama öyle etki etmiş ki Malta tarihine, bugün birçok yerde bu kuşatmaya dair anlatıları görmek mümkün.
Daha yakın tarihine bakınca da Almanlar, Fransızlar, İspanyollar geçmiş bu topraklardan. 1814’te ise Birleşik Krallık’ın parçası haline gelmiş ta ki 1964’te bağımsızlığına kavuşana kadar. Ülkede bugün İngiliz etkisi baskın biçimde görülüyor. Ters trafik, hukuk ve eğitim sistemi gibi yadigârları var. Krallık ile Malta’nın hem sosyal hem ekonomik alanda iş birlikleri de devam ediyor.
Şövalye Ruhu
İlk Hristiyanlar kutsal saydıkları Kudüs’ü ziyaret etmek istediklerinde uzun yolculuklar, açlık, hastalıklar, yollardaki çeteler gibi türlü zorluklarla karşılaşıyormuş. 11. yüzyılda Amalfili İtalyan tacirler Kudüs’te bir hayır kuruluşu gibi örgütlenmiş. Şövalyeler Birliği olarak adlandırılan bu örgütlenmenin amacı, şehre gelen yoksul ve hasta hacı adaylarına yardım etmekmiş. Kurdukları düşkünler evinin toprağını satın alıp burayı bir hastaneye çevirmişler ve o tarihten sonra Hastane Şövalyeleri olarak anılmaya başlamışlar.
1099 yılında Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmesiyle birlikte, bu hastane daha da güçlenmiş; şövalyelerin maddi ve askeri yardımlarıyla da dönemin en etkili kurumlarından biri haline gelmiş. Örgütlenme büyüdükçe faaliyetleri ve ana amaçları da değişmiş; din için askerlik yapmaya başlamışlar. Kutsal topraklardaki bütün kaleleri, büyük arazileri ele geçirip kendi donanmalarını kurmuşlar. Onu kendi ülkelerini kurma isteği izleyince, 1530’da Kutsal Roma İmparatoru 5. Karl’dan Malta’ya yerleşme hakkını elde etmişler. Kira bedeli ise her yıl iki Malta Şahini olmuş!
Şövalyelerin Malta tarihindeki önemi büyük. Adayı muhteşem yapılarla süsleyenler onlar olmuş. Saraylar, kiliseler, meydanlar yapmanın yanı sıra savaşan şövalyeler ve yaralı Osmanlı esirleri için hastaneler inşa etmişler.
Başkent Valetta
Bu küçük ada ülkesinde tamı tamına 365 kilise var. Avrupa’da Katolikliğin en baskın biçimde görüldüğü yerler arasında. Yakın zamana kadar boşanmanın yasak olduğu ender ülkelerden biriydi. Valetta’da görülmesi gerekenler listesinin başında, Vaftizci Yahya’ya adanan Aziz John eş-Katedrali var. Malta’nın en meşhur dini yapılarından biri. İngilizler 1800’lerde adaya geldiklerinde kiliseyi Anglikan kilisesine çevirmesinler diye başpiskoposun Mdina’daki katedrali ile aynı derecede önem atfedilmiş. Dolayısıyla Mdina ile Valetta’daki katedraller “eş katedral” kabul edilmiş.
1570’lerden miras bu yapının iç kısmı 17. yüzyılda Barok tarzda yeniden dekore edilmiş. Aslında katedrali dışarıdan gördüğünüzde içeriye çok da bir şey beklemeyerek giriyorsunuz ama sürprizi de burada! Dışı ne kadar sadeyse, içi bir o kadar süslü. Varaklar, bezemeler, gümüşler, kabartmalar baş döndürücü. Maltalı Şövalyeler, dışarıdan bakıldığında zenginlikleri çok belli olmasın ve düşman çekmesin diye tüm şatafatı katedralin içine saklamışlar.
Katedral, Avrupa’da yüksek Barok mimarisinin en güzel örneklerinden biri kabul ediliyor. Zeminde müthiş bir işçilikle altında mezarları bulunan 400 şövalyenin öyküsünün anlatıldığı 400 mermer resim var. Vaftizci Yahya’nın hayatının anlatıldığı tavandaki resimleri tamamlamak 40 yıl almış!
Üst balkonda Türklerin resmedildiği bir duvar var. Özel bir bölümde ise Caravaggio’nun elinden çıkan müthiş bir Vaftizci Yahya’nın İnfazı tablosu sergileniyor. Kilisenin mimarı Cassar’ın bu katedrali tasarlarken Rodos mimarisinden etkilendiği de söyleniyor.
Malta Şövalyelerinin İzinde Valetta’da göreceğiniz müthiş yapılardan bir diğeri Grand Master Sarayı. Şövalyeler tarafından 16. yüzyıldaki “büyük kuşatma” sırasında üstün başarı gösteren Jean Parisot de la Vallette’ye adanmış. Tıpkı katedral gibi sarayın mimarı da Cassar. Sarayın giriş katında büyük bir zırh salonu yer alıyor. Müzesinde ise Malta Şövalyeleri’ne ait yaklaşık 5 bin savaş malzemesi sergileniyor; Osmanlı’ya ait parçalar da var.
Sarayın üst katı resmi odalar ve büyük kabul salonuna ayrılmış. Taht Odası olarak da geçen bu bölümde duvardaki fresklere bir göz atın; Osmanlı kuşatmasının farklı aşamalarının anlatıldığı resimler göreceksiniz. Saray günümüzde hem müze hem de Malta Cumhurbaşkanı’nın çalışma ofisi olarak kullanılıyor.
Valetta’ya gelip de Barrakka Bahçeleri’ni gezmemek büyük kayıp. Geçmişte şövalyeler için bir eğlence-dinlence alanı olarak tasarlanmış. Fransızların Malta işgalinden sonra ise halka açılmış. Malta’da çekilen birçok Hollywood filmi ve dizi var. Barrakka Bahçeleri de fenomen dizi Game of Thrones’un mekânları arasındaydı. Bahçelere gidince zarif peyzajı ve muhteşem manzarası öyle etkiliyor ki hem beyaz camın hem de beyaz perdenin neden buranın yolunu tuttuğunu kolayca anlıyor insan. Tam bu noktadan bakıp, yolcu gemilerinin geldiği ve 90 dakika uzaklıktaki Sicilya’ya feribotların kalktığı büyük limanı da selamlayabilirsiniz.
Akdeniz Ruhunu Hissetmek
Malta Cumhuriyeti’nin ikinci büyük adası, Gozo. Valletta’dan araçla 45 dakika civarı yol aldıktan sonra feribota binmeniz gerekiyor; ardından 20 dakika kadar süren bir yolculuk ile Gozo’ya ayak basıyorsunuz.
Ülkenin en iyi kuma sahip plajlarından Ramla için bile Gozo’ya gelinir. Adanın başkenti 7 bin nüfuslu Rabat. Daracık ve dolambaçlı sokaklara sahip şehirde gezmek, şirin balkonların ve tarihi yapıların eşlik ettiği keyifli bir labirentte gönüllü kaybolmak gibi…
Malta adasında karşıma Tarsuslu Pavlus çıkmıştı; Gozo’da ise Kapadokyalı Aziz George ile Anadolu tarihine bir selam daha yolladım. Rabat’taki ana meydan, onun adını taşıyor. Etraftaki kafelerden birinde oturup meydanın ruhunu solumayı ve gündelik hayatın akışını izlemeyi ihmal etmeyin.