Eda Güzelcik ile Kahve Molası!

Profesyonel hayatına medya planlama ve satın alam şirketlerinde görev alarak başlayan Eda Güzelcik, şimdilerde farklı bir kulvarda başarıya imza atıyor.

Geçtiğimiz sene yarattığı daynNnite ve inNout markalarıyla günlük hayatımıza “ışıltılı” kreasyonlarını ustalıkla taşıyor.

Öncelikle profesyonel hayatınızdan kısaca bahsedebilir misiniz?

İstanbul Üniversitesi Reklamcılık mezunuyum. Reklam ve Pazarlama sektörüne 1995 yılında girdim. Bir süre büyük ajanslarda çalıştıktan sonra USCD’de (University Of California San Diego) “Marketing” eğitimi aldım. Türkiye’ye geri döndükten sonra global medya ajanslarında medya planlama-satınalma ve strateji direktörü olarak çalıştım. Turkcell’den Henkel’e, Microsoft’tan Samsung’a kadar büyük ve global müşterilere hizmet verdim. Daha sonra sosyal medyanın ve dijital pazarlamanın hayatımıza bu kadar girmesi ile “hosting” ve “celebrity endorsement” projeleri yapmaya başladım. 1,5 yıl önce de sevgili ortağım Hande Yağcı ile birlikte tüm bilgi birikimimizi kullanabileceğimiz inNout Marketing’i kurduk.

dayNnite ve inNout markalarınızı kurmaya nasıl karar verdiniz? İlginç bir hikâyesi var mıdır?

Aslında her ikisinin de enteresan birer hikâyesi var.

dayNnite; Modaya olan tutkum beni tanıyan herkes tarafından bilinir. İşim reklamcılık ve pazarlama olmasına rağmen senelerdir moda ile yakından ilgileniyorum. Bütün koleksiyonları bilirim, o sene nelerin moda olacağını yaklaşık bir sene öncesinden takip eder haldeyim. Moda, zaman içinde benim için bir tutkuya dönüştü. Daha sonra arayıp da bulamadığım, giymek istediklerimi kendi zevkime göre diktirmeye başladım. En sonunda evdeki yardımcımızın dikiş dikebildiğini öğrenince eve makine aldık ve sürekli benim için bir şeyler dikmeye başladık. Baktım ki çevreden ve sosyal medyadan paylaştıkça inanılmaz tepkiler ve talepler alıyorum bunun üzerine markalaşmaya karar verdim. Zaten annemi kaybettiğim ve onu ölümsüzleştirmek için bir şeyler yapmak istiyordum. Annemin renkliliğinden ve şıkır şıkır olmasından yola çıkarak onun ruhunu tam olarak yansıtan dayNnite doğdu. Zaten ortasındaki N harfi de Neşe’M in baş harfi.

inNout ise Türkiye’de bir ilk. Senelerin ajans ve müşteri tecrübesi olan iki güçlü ve çözüm odaklı kadın tarafından kuruldu. Dışardan pazarlama departmanı, pazarlama çözüm ortağı olarak hizmet veriyoruz. Yapılmayanı yapıyor; geleneksel ve dijital pazarlamayı tek çatı altında birleştiriyoruz. Ki bu, müşteriler için büyük bir yükü omuzlarından almak oluyor aslında. Kendimizi müşterilerimizin hem içerde hem dışarda pazarlama departmanı gibi konumlandırıyoruz.

Peki, her iki markanın sektördeki diğer markalara göre farkı nedir?

dayNnite asla kalitesinden ödün vermiyor. Kendim giymeyeceğim hiçbir şeyi mağazada satmıyorum. Dolabınızdaki parçalarla rahatça kombinleyeceğiniz ürünler tasarlamaya çalışıyorum. inNout’ta ise… Biliyorsunuz günümüzde geleneksel pazarlama tek başına yeterli değil. Sosyal medyanın hayatımıza bu kadar girişi ile özellikle “Big Data” ve “Artificial Intellegence” konuştuğumuz bu dönemde dijital pazarlama son derece önem kazandı. Genelde bizim gibi şirketler ya geleneksel ya dijital pazarlamayı iyi yapıyor. Fakat biz rakiplerimizin aksine markaların 360 derece pazarlama stratejilerini dijital ve geleneksel pazarlamayı tek çatı altında birleştirerek gerçekleştiren bir pazarlama departmanı olarak hizmet veriyoruz.

Türkiye’de moda sektörünü nasıl değerlendiriyorsunuz?

1933 yılında Atatürk’ün Sümerbank’ı kurmasıyla ülkemizde hazır giyim ve moda sektörünün temelleri atıldı. Türk insanı için giyinmek ve süslenmek kavramı eskilerden gelen bir adet. Düğünler, bayramlar ve ziyaretler Türk kadının özel olarak hazırlandığı ve değer verdiği önemli günler arasında. Moda kavramı da bu coğrafya için önemli giyim unsurları arasında yer almaya başladı. Bunun etkisi olarak Türk moda tasarımı sektörü gün geçtikçe daha çok büyüyor ve bunun yanı sıra birçok yabancı marka ülkemizde mağazalarını açıyor. İmkânlar açısından bakıldığında özellikle İstanbul, Avrupa’daki bir metropolden farklı değil. Bu gelişmeler sebebiyle moda severler artık çok şanslı. Dünya çapında tasarım yapan tasarımcılarımız var ve sayıları daha da artıyor. Uluslararası moda dünyasında ve moda haftalarında Türk tasarımcıların defileleri en çok ses getirenler arasında. Dünyaca ünlü birçok isim Türk tasarımcıları tercih ediyor. Dünyaca ünlü markalar üretimlerini Türkiye’de yaptırıyor. “Made in Turkey” artık yurtdışında da bir kalite unsuru olarak görülüyor. Tüm dünyada Türk ürünlerinin değeri yükseliyor, ihracat ve satışları artıyor. Devlet desteğinin olumlu yansımaları sayesinde Türk markalarına yeni pazarlarda kapılar açılıyor. Bence bütün bunlar çok gurur verici.

2020’de moda trendleri neler?

2019-20 Sonbahar/Kış sezonunda trendler, hiç olmadığı kadar göz alıcı. Renkler, çok büyük aksesuarlar, payetler ve tüyler gibi seksapalitenin öne çıkacağı yeni sezonda;

blazer ceket içine bustiyer veya crop top giyip trendy olmanız pekâlâ mümkün. Bence herkesin dolabında kurtarıcı olarak payetli siyah bir blazer olmalı

Pul-payet önümüzdeki yıl da tüm ihtişamıyla devam edecek. Öyle sadece gece elbiselerinde değil günlük hayatta da ışıltılar başköşeyi alacak.

2020 yılının rengi klasik mavi. Mavinin yan ısıra nane yeşili ve canlı turuncu da bu yaz en çok göreceğimiz renkler arasında.

Puantiyeler önümüzdeki İlkbahar-Yaz sezonunda da bizimle olmaya devam edecek. Yalnızca siyah beyaz renklerde değil hem neonlarda hem de nötr tonlarda karşımıza çıkacak. Balon ve karpuz kollu kıyafetler… Özellikle koldaki ayrıntılar ön planda.

Tüyler, gösterişli fırfırlar, kloş etekler… Kapri pantolonlar en az geçen sene bermuda şortların olduğu kadar revaçta. Kısaca bu yıl “Gösteriş Yılı” diyebiliriz.

Bugüne kadar hep “en pahalı” olan lüks olarak algılandı. Ancak bu kavram değişiyor. Moda sektöründe lüksü nası tanımlarsınız?

17. ve 18. yüzyıllarda saray çevresine ve soylulara özgü bir yaşam biçimini simgeleyen bir olguydu lüks. Lüks “bolluk, konfor, ihtişam, pahalı, varlık-zenginilik, parlaklık, gereğinden çok yersiz, gereksiz” vb. anlamdaş sözcüklerle ifadelendirilen bir kavramdır. Lüks ile ilgili tanımlarda sıkça karşılaşılan diğer bir sözcük ise “nadirlik, biriciklik” seçkinlik sözcüğüdür. Ancak 19. yüzyıldaki sanayi devrimi ve arkasında gelişen bilgi ve teknoloji çağı bazı alanlarda sanat gibi halen biriciklik ilkesini taşısa da tekstil artık bunlardan bir değildir. Eski tanımla lüks ulaşılmazlık iken, bugün lüks ulaşılır olana yerini bıraktığını düşünüyorum. Moda sektöründe karşımıza çıkan, seçkin markalar “en pahalı” olma kategorisinde iken şimdinin modası olan “simple life” veya yaşamı olabildiğince basit yaşama felsefesi lüksü yaşam konfor alanımızı yetecek kadarına ulaşmayla şekillendirmektedir. O zaman biriciklik, nadirlik ilkesi her insan için farklılık göstermektedir. Teknolojilerin hayatımıza getirdiği gelişimlere bakılırsa hayatı daha rahat, kolay, fazlalıksız ve basit nasıl yaşarız mantığı lükse dönüşecektir.

Markalarınızın koleksiyonları hem gündüz hem gece şıklığının bir arada, yani aynı parçalarla yaşanabileceğini kanıtlıyor Buradan hareketler gece kıyafetlerinin de “değişim” geçirdiğini söyleyebilir miyiz?

Tabii ki. Şu anda gece kıyafetlerini kombinlerken rahatlık ön planda… Payetli bir eteği gündüz bir tişört, bir ceket ve sneaker ile giyip, akşam aynı kıyafetle devam edebilirsiniz. Veya çok şık bir ayakkabıyı sadece kot ve tişörtle giyip üzerine giyeceğiniz payetli bir blazer sizi hem gündüz hem gece kurtarabilir.

Artık gece şıklığı, “kendini içinde rahat edebildiğin kıyafetlerle şık hisset” gibi bir mottoya mı dönüşüyor?

Kesinlikle. Ruhunuzu yansıtan, stilinize yansıyan her ne ise, neyin içinde kendinizi rahat hissediyorsanız öyle giyinebiliyorsunuz ki, bu, çok büyük bir özgürlük bence. Şahsen ben rahat etmediğim bir kıyafetin içinde kendimi güzel de hissedemiyorum.

Tamamen özgürüz ve bu değişim beni çok mutlu ediyor.

Kıyafetlerin tasarımını siz mi yapıyorsunuz?

Ben sadece hayal edip tarif ediyorum. Stilistim ve atölyem ile bir toplantı yapıyoruz; onlar profesyonel çizimleri yapıp benim onayıma sunuyorlar. Çizmesem de hayal ettiğim için tasarım bana ait oluyor… Ama asla tasarımcıyım diyemem, sadece girişimciyim.

Modaya olan ilginiz nasıl başladı? Bu ilginizi ilk, nasıl keşfettiniz?

Beni tanıyanlar çok iyi bilir; modaya olan ilgim çocukluktan başladı. Aslında babam ve annemin bunda etkisi çok büyük. Her ikisi de modaya inanılmaz düşkündür ve takip ederler. Ben küçükken annemin ışıltısıyla, renkleriyle büyüdüm. Babamdan ise moda da kalitenin, kumaşın önemini öğrendim. Beğendiğim modacıları, tüm yeni sezon koleksiyonları ve modayı yakından takip eder, kendime ait bir stille yorumlamayı seçerdim. Bu tarzım hiç değişmedi.

Günlük kıyafetleriniz arasında “olmazsa olmaz” diyebileceğiniz parçalar var mı; hangileri ve neden bu parçalar?

Kotlarım, beyaz tişörtlerim, gömlek elbiselerim ve sneakarlarım olmazsa olmaz. Tam bir sneaker tutkunuyum diyebiliriz. Bunun yanı sıra kıyafetimi tamamladığım payetli gömleklerim ve bomber’larım da benim için vazgeçilmez.

Moda tutkunuzu hangi kaynaklarla besliyorsunuz?

Çok okur ve çok seyahat ederim. Gittiğim ülkelerde sevdiğim tüm markaların koleksiyonlarını teker teker incelerim. Ayrıca gitmeden önce o ülkenin önemli tasarımcılarını araştırır, mutlaka yerel tasarımcıların mağazalarına da uğrarım. Bunun dışında yurtdışı moda haftalarına gitmeye çalışıyorum. Yerli-yabancı ismi bilinen tüm moda dergilerini her ay alır, mutlaka sayfa sayfa incelerim. Tüm bunların dışında internet de tabii ki en sık ve rahat kullandığım kaynak, tüm dünyadaki defileleri online izleyebilmek büyük keyif.

Çok seyahat eder misiniz? Bize seyahat rotanızı nasıl ve neye göre oluşturduğunuzu anlatabilir misiniz? Yanı sıra, yakın zamanda seyahat etmek istediğiniz bir lokasyon var mı?

Çok sık seyahat ederim. Seyahat benim meditasyonum adeta. Öyle ki özellikle yaz aylarında arabamın bagajında bir hafta sonu valizi mutlaka olur. Çünkü cuma günü öğle saatlerinde karar verip hafta sonu bir yere seyahat edebilirim. Ani kararlar insanıyım seyahat konusunda… Rotamı oluştururken o günkü ruh halim, yaşadıklarım beni yönlendirebilir. Bir bakmışsınız Bozburun ya da Datça’da küçük bir butik otelde tek başıma kitabım, AirPod’um ve ben kafa dinliyoruz. Bir bakmışsınız sırtımda bir sırt çantası ile Avrupa’yı dolaşıyorum. Seyahat etmeyi en sevdiğim ve kendimi bulduğum yer Los Angeles. Her sene iki-üç ay gidip oranın yerlisi gibi yaşamak ruhuma ve bedenime çok iyi geliyor. Bunun dışında ablam Ebru Ural ve ortağım Hande Yağcı ile yaptığımız kız kıza Milano alışveriş tatillerimizin yerini de hiçbir şey tutamaz. Yakın zamanda gitmek istediğim yerlerin başında ise Lapland var. Kuzey ışıklarını görmek küçüklükten beri en çok istediğim şeylerden. Bu sene sezonu kaçırdım gibi ancak seneye yılbaşı zamanı planlayacağım.

Sanata karşı ilginiz ne boyutta?

Sanata büyük ilgim var. Hayatın koşuşturmacası arasında nefes almaya, durmaya ihtiyacım olduğunda sanatın iyileştirici etkisinden yararlanıyorum. Sanata olan ilgimin profesyonel hayatta da faydasını görüyorum. Özellikle yaratıcı projeler üretmeye büyük katkısı olduğunu düşünüyorum. Yorulan ruhumu sanat ile iyileştiriyorum.

Hangi sanatçıları takip edip, hangi sergileri gezmekten keyif alırsınız?

En sevdiğim sanatçılar; Ergin İnan, Devrim Erbil, Adnan Turani ve Ahmet Güneştekin.

Bu aralar akıllı telefonunuzda sıklıkla kullandığınız bir uygulama var mı? Neden bu uygulamayı takip ediyorsunuz?

Elbette Instagram. Sosyal medya artık hayatımızın vazgeçilmezi haline geldi; en güncel haberleri bile oradan takip ediyoruz. Uzakta olup görüşemediğimiz sevdiklerimiz hep yanımızda gibi… İşim pazarlama olduğu için ve “Influencer Marketing” ve dijital pazarlama da işimin bir parçası olduğu için vaktimi en çok geçirdiğim uygulama Instagram.

Günlük gazeteleri, dergileri online ortamdan mı okumayı tercih edersiniz yoksa bizzat dokunarak, sayfaları çevirerek mi?

Aslında gazete okuma alışkanlığım değişti. Her gün güne başlamadan tüm gazeteleri online olarak okuyorum. Ancak dergide elime almam, sayfaları tek tek çevirmem, kokusunu duymam gerekiyor. Çok enteresan bir de takıntım var: Dergiyi ilk ben almalı ve okumalıyım. Bu, kitap için de geçerli.

Bu ay “Yılın Otomobili” özel sayısını hazırlıyoruz. Otomobillere ilginiz var mı?

Küçüklükten beri araba kullanma ve otomobil sevdalısıydım. 15 yaşında araba kullanmayı öğrendim. Arabama çok düşkünümdür, benden başka kimse kullansın istemem. Ayrıca otomobillerin özelliklerini bilir ve takip ederim.

Otomobil tercihiniz sedan mı yoksa SUV mu? Neden?

Aslında benim için tek marka ve tek araç var, o da Range Rover Vogue. 7 yaşımda da böyleydi, şu anda böyle. Kendimi içinde en rahat ve güvende hissettiğim, en rahat kullandığım araç o.