Doğu’dan İlham Alan Çağdaş Mücevherler: House of Sól

Nazlıcan Yöney’in kurduğu House of Sól’un Doğu’dan ilham alan çağdaş mücevherleri, kadınları merkeze oturtuyor.

Tasarımından üretimine, ambalajından geri kalan tüm detaylarına dek her aşamasında kadınları gördüğümüz House of Sól mücevherlerinin, “müdanasız” kadınların kendilerine aldıkları ve hayatlarının farklı alanlarında kullanabilecekleri hediyeler olmasını istiyor Nazlıcan Yöney.

Çünkü o de hayatın tekdüzeliğine kapılma merakı olmayan bir kadın, kendisini farklı yönlere gidebilmesi için cesaretlendiren bir siyaset bilimci. Son zamanlarda arkasındaki felsefesi ve zanaat detaylarıyla çok konuşulan, “Çok zamansız ama bir o kadar da kişiye has” diye tanımladığı House of Sól markasının da kurucusu.

Google’da başarılı kariyerine devam eden, Sabancı Üniversitesi’nde danışmanlık yapan, bir yandan da Müdanasız Kadınlar Kulübü dediği hareketin öncülüğünü yapan Yöney ile Doğu ilhamıyla hayata geçen House of Sól’u konuştuk.

Hazırlayan: Zeynep Merve kaya

Nazlıcan Yöney’in farklı kimlikleri, işleri, meslekleri var. Çok fazla şey yapıyor. Gerçek Nazlıcan hangisi? Hepsi birden mi? Kendinizi, sizi tanımayan birine hangi kimliğinizle anlatırdınız?

Hepsi ve daha fazlası. Günümüzde “Rönesans insanı” olmak çok kıymetli; benim de inşa ettiğim kariyerim ve hayatım bu doğrultuda şekillendi. Artık ömür boyu tek bir işi yaptığımız, tek bir şapkaya sahip olduğumuz dönemler geride kaldı. Üniversitede aldığımız eğitim ve formasyon çok hayati, fakat yeterli değil. Dünya öyle bir hızda dönüyor ki oradan aldığımız diplomaların aslında geçerliliği beş sene sonra bitiyor; yepyeni yetenekler ve yetkinlikler kazanmalıyız; yaşam boyu öğrenim ve kendini geliştirme dediğimiz şey de tam olarak bu zaten. Bu çerçevede ben de kendime sadece tek bir yönde değil; hem bilim, hem sanat alanlarında yatırımlarda bulunmaya devam ettim ve bu çok yönlü, birbirinin farklı açılardan besleyen, kuvvetlendiren profili oluşturdum. Ben tüm kariyeri boyunca teknoloji firmalarının pazarlama departmanlarını yönetmiş bir siyaset bilimciyim. Siyaset bilimi, sadece başkentlerin parlamentolarında cereyan eden bir bilim dalı değildir. Siz bir odadayken, o odaya biri daha girdiğinde, aranızda dile gelen ve gelmeyen onlarca farklılık ve benzerlik arasındaki gerilim ve çekilim ve bunun yönetimidir aslında. Sosyolojinin, ekonominin, hukukun, teolojinin hatta sanat tarihinin, tabiat biliminin hepsinin etkisi ile oluşup, onları besleyen bir bakış açısıdır. O yüzden siyaset bilimcisi şapkam hep var ve bu formasyon beni hayatta en çok besleyen çerçeveyi çizen bir bağlam. Öte yandan tasarım, küçüklüğümden beri hep hayatımda olan ana bir alan; farklı ekoller hakkında birçok sanatçı ve tasarımcıdan eğitimler aldım, beraber farklı ürünler ve eserlerin tasarımlarını yaptık. Tüm profesyonel kariyerim boyunca, hafta içi her gün kurumsal kariyerimi devam ettirirken, hafta sonları evimdeki tasarım stüdyomdan çıkmadım. Genelde neye ihtiyacım varsa onu almak değil, kendi ihtiyacım ve estetik zevkime göre bizzat yapmak beni çok daha tatmin etti. Bu sebeple tasarladığım şeyler sadece mücevherle sınırlı değil; örneğin banyomu yeniletirken tüm evlerde aynı standart düz beyaz seramik lavabolar olması fikrini sevmediğim için kendim çini desenli porselen bir lavabo tasarladım. Küçüklüğümden beri büyük aşure kazanlarının bombeli yapısı çok hoşuma gittiği için lavabonun kalıbını en büyük aşure kazanı ile alıp, üzerine postmodern yorumumla geleneksel İznik çini desenlerini çizip fırınlamıştım. Ortaya çıkan ürün son derece biricik ve kimsede olmayan bir zamansız bir lavabo tasarımıydı.

Kurumsal kariyerinizin de ötesinde alanlarda bir şeyler yapma, üretme fikri ne zaman aklınıza düştü?

House of Sól’un çıkışı da benzeri bir hikâyenin sonucunda oluştu. Senelerdir Kapalıçarşı’ya gidip oradaki Ermeni ustalarla farklı farklı zanaat alanlarında kendimi geliştirdim; değerli metal şekillendirmek, doğru değerli taşları seçmek, kesmek, mıhlamak… Tüm bu süreç içerisinde başkasının üzerinde gördüğümüz, birbirinin aynı mücevherleri takmak yerine dış görünüşümüzle kendimizi bu fiziksel dünyada anlatmayı tercih ettiğimiz fiziksel personamızı oluşturmak için kendi sevdiğim, seçtiğim taşlarla, kendi sevdiğim metal şekillendirme yöntemleri ile ilk kendim için tasarladım ve bu tasarımları yıllarca kullandım. Zaman içerisinde bu emekler büyüdü ve markalaştı. Fakat House of Sól sadece bir mücevher markası değil; Kapalıçarşı ve Doğu’dan çıkan, yüzyıllık bu ham madde ve zanaat kültürüyle ele aldığım bir tasarım gustosu.

House of Sól sizin ilgi alanınızı mı, hobiniz mi, yeteneğiniz mi? Bu gustoyu markalaştırıp bir işe dönüştürme aşamasına nasıl geldiniz?

House of Sól benim ilgi alanımı, eğitimimi ve yeteneğimi alıp, ekibimle beraber çok başarılı bir fashion start up’a çevirdiğimiz bir vizyon. House of Sól’ü üzerine inşa ettiğimiz platform ise feminist, post modern bir Turquerie markası olmak. Turquerie, Avrupa’da, bilhassa Fransa’da kuvvetlenen Türk kültürü, yaşam biçimi ve sanatına duyulan bir hayranlık, bir beğeni referansı. Bu dönem sonucunda Avrupa’da Osmanlı’dan gelen bin bir türlü değerli taş, işlenmiş el emeği, zanaat, çini, halı, kıyafet, kahveye yani genel olarak Doğu’dan gelen bu incelikli yaşam gustosuna inanılmaz bir hayranlık ortaya çıkıyor. Bir siyaset bilimci olarak bu kıymetli çerçeveyi tarihsel bağlamını yenileyerek bir tasarım vizyonuna çevirip, bu vizyonu ürünleştirip, sonrasında pozisyonlamasını ve markalaştırmasını ve buna bağlı olarak satış kanallarının inşası, reklam stratejisinin kurgulanmasına kadar götürdüm. Yani bakınca hem siyaset bilimi, hem pazarlama müdürü, hem de tasarımcı şapkalarımın ortak bir kümesi HoS.

HoS’un mücevherleri Doğu’dan esintiler taşıyan tasarımlar, oldukça üç boyutlu ve çağdaş yorumlu parçalar. Her birinin de eşsiz bir hikâyesi, bir ilham ve çıkış kaynağı var. Bu parçaları Doğulu yapan, sizin bu maceraya atılmanızı sağlayan hayal neydi?

House of Sól, ismiyle müstesna, “Güneşin Hanedanlığı” demek. İsminin çıkışı ve mottomuz ise çok sevdiğim Latince bir deyişten geliyor; Ex Oriente Lux. Bu deyişin direkt çevirisi, “Işık Doğu’dan yükselir” olsa da çok katmanlı anlamı ve tarihi referansı, Doğu kültürlerinin antik zamanlardan beri damıtarak biriktirdiği tarih, felsefe, din ve hatta sanat ve zanaat geçmişlerine bir saygı duruşu niteliğinde. House of Sól de post-modern bir Turquerie markası, bir Doğu güzellemesi. Güneşin altında ilk kurulan uygarlıkların sahibi, sessiz, vakur ve kadim Doğu… Toprağının altı altın, elmas; üstü yüzyıllık el işçiliği ve kültür dolu olan… HoS olarak Dünya’ya, özel tasarım mücevherlerle ilk adımımızı atsak da ilerleyen dönemlerde Kapalıçarşı’daki zanaat geleneğini dünyaya tanıttığımız gibi, başka zanaat alanlarımıza da eğilmek istiyoruz; örneğin el yapımı yorgancılık, ya da Türk iğnesi nakış işlemeleri gibi.

Kadınları işin içine dâhil etmek, markanızı bir kadın hareketinin katalizörü haline getirmek, Müdanasız Kadınlar Kulübü’nü kurmak, yola çıktığınız andan beri sizinle olan bir fikir miydi?

“Cehennemde, birbirlerine destek olmayan kadınlar için özel bir yer vardır” lafına çok inanırım. Feminizm evde, ofiste, sokakta, başkente, akla gelebilecek her yerde, her zaman ihtiyaç duyduğumuz bir duruş. En düşünmediğimiz, gerek olmadığını zannettiğimiz yerde bile çok ihtiyacımız vardır ona; örneğin mücevher sektöründe! Mücevher sektörüne ve onun iletişim stratejisine baktığımızda, tüm bu kolyeleri, yüzükleri aktif olarak eşine, sevgilisine hediye olarak satın alan kişi hep erkek olur. Bu son derece kokuşmuş bakış açısının zamanla tamamen bitmesi ve HoS modellerini kadınların kendileri için almaları en büyük hayalimiz. Bir kadına tüm modellerimizi satma gibi bir gayemiz yok; fakat onun en kıymet verdiği mücevherlerden biri olma hayalimiz var: Adeta bir şövalye kalkanı giyer gibi önemli bir sunumunu yapmaya giderken, sıkıcı bir iş yemeğine giderken ya da son kullanım tarihi geçmiş kocasını boşarken takmak isteyeceği… Çünkü bu gerdanlık kadınlar için, kadınlar tarafından tam da bu amaçla tek tek, çok özenilerek yapıldı.

Şu anda House of Sól ’de ağırlıklı olarak statement kolyeler bulunuyor. Bazı modellere ise bileklikler ve kilide eklenebilecek charm’lar eşlik ediyor. Kolyeler üzerinden gitmenizin sebebi nedir?

Kadınlara modern bir kalkan olmak için statement kolyelerle başladık, markanın duruşunu en damıtılmış bir şekilde ürünleştirecek tasarım buydu. Hem el yapımı, hem limitli üretilen, hem özel tasarım, hem tüm işçiliği ve malzemesi Doğu’ya has, hem de kadınlara ilham ve destek olacak bir eser olsun istedik. Bu yüzden bu görkemli değerli taş ve inciler bize müthiş bir oyun alanı sağladı. İsterseniz boynunuzdan çıkarıp özel bir akşam yemeğinde sofranızı da süsleyebileceğiniz barok incilerinize, çocukluğunuzdan kalma charm’ları da takıp en özel şekilde kişiselleştirebileceksiniz. Çok zamansız ama bir o kadar da kişiye has.

Bir parça her detayıyla bitip, yeni sahibine gitmek üzere elinize gelene kadar hangi aşamalardan geçiyor? Tasarımları siz mi yapıyorsunuz; taş seçimlerini nasıl yapıyorsunuz; hangi zanaatkârla çalışılacağına nasıl karar veriyorsunuz; o parçanın hikâyesini, adını nasıl belirliyorsunuz?

Başlangıç noktamız, adeta bir heykel gibi kullandığımız değerli taşlarımız. Her zaman en iyi kalitede değerli taş kullandığımız için çıkış noktalarımızı onların çevresinde şekillendiriyoruz. HoS’un yaratıcı direktörü olarak tüm mücevher tasarımlarını ve markanın alametifarikası olan özel kilit mekanizmasını ben tasarladım. Hepsi tasarım patentli, bu çok önem verdiğimiz bir konu. HoS mercanları, turkuazları, incileri, elmasları çok seven ve sık kullanan bir marka. Fakat içimize sinen kalitede bir taş gelene kadar tasarımına başlamıyoruz. İstenilen kalitede bir taş geldiğinde ise o sezonu çıkaracak kadar taşı alıp, tasarım sürecine geçiyoruz. Örneğin; uzun zamandır gelmesini beklediğimiz yüksek kalite bir inci sonunda geldiğinde onu adeta boyuna takılan bir taç gibi nasıl kurgularız onun etrafında konuşup çizmeye başlıyoruz. Tasarım stüdyomuzda masamız o sezonun seçilen taşları ile doludur, sonra önümüze kocaman bembeyaz kâğıtlar alı; o taşların etrafındaki hayallerimizi, o taşın enerjisine, çıktığı toprağa, kültüre saygı duyacak şekilde, onu bir adım daha ileri götürme arzusu etrafında şekillendiririz. HoS bir tasarım ve dolayısıyla tasarımcısıyla çok girift bir ilişkiye sahip bir marka olsa da, tarzının ve gustosunun bir kişinin kapasitesinin ötesine geçmesini arzu ettiğimiz bir marka. Bu sebeple her bir tasarımımızın son derece kişisel hikâyeler sonucunda önce kâğıtta, sonra Kapalıçarşı’da doğsa da her birine (Untitled) yani İsimsiz adını taktık. Üretilen eserlerin isimlendirilmemesi, bilhassa çağdaş sanatta hayli kullanılan bir gelenek; kendi kendimize ürettiğimiz bu eserler, sonra onlara yüklediğimiz büyük anlamlar, biçtiğimiz ağırlıklara inat, sanatçısının göz bebeği olan bir işi isimsiz bırakabilmek müthiş cesur bir tercih. Biz de sanat ve tasarım yönü hayli ağır bir marka olarak bu gelenekten yürüdük ve tasarımlarımızı isimsiz bırakarak taşıdıkları anlamları, mesajları parantez içlerine sığdırdık. Örneğin; Untitled (Aliye) gibi. Aliye, beni büyüten anneannemin ismi. Kendisi ömrü boyunca hep kırmızı akik taktı, hayatımda tanıdığım en komik, feminist, eyvallahsız kadınlardan biriydi. Onu anmak için en sevdiği taş olan akiğin vahşi kesimlerini altınla kapladık. Diplomatik görevleri nedeniyle uzun yıllar Afrika’da yaşayan ailemin çocukluğumda bana hediye olarak getirdikleri Afrika maskelerine ithafen tasarladığım ve adeta sezonun içinde kapsül bir seri olarak parlayan Africanism temalı Untitled (Alter Ego) ve Untitled (Sui Generis) modellerimiz de cabası.

Çalışmayı en çok sevdiğiniz, House of Sól ile en çok bağdaştırdığınız materyal hangisi?

Ham elmas, barok inci ve altın, her zaman elimin en sık gittikleridir. Bazımızı bunun üzerine kursak da uzun zamandır aradığım dumanlı kuvarsı, kehribarı ya da güzel bir damardan çıkmış akiği bulunca değmeyin keyfime. Bununla birlikte HoS sadece taşlarla sınırlı değil, el dokuması bir Kutnu kumaşı da, ince işlemeli bir el yorganı da, post modern bir minyatür eseri de HoS’u anlatan materyallerden.

Şu anda süregelen aktif House of Sól projeleri neler?

Şu an HoS, Türkiye’de ve dünyada kendine yankı bulmuş, heyecan verici bir ivmede büyüyen bir marka. Fakat sanatla zanaatın birleşimi olarak çıktığımız bu yolda kendi değerlerimizi koruyarak büyümemiz en önemli önceliğimiz. O yüzden tüm gelen teklifleri bu gözlükle değerlendiriyoruz. Şu an Hamptons’da, Manhattan’da, Bodrum ve İstanbul’da satış noktalarımız var. Yakın zamanda Katar’a gireceğiz. Önümüzdeki günlerde ise yeni bir alt temamızın lansmanı yapılacak; bir yandan da ona deli gibi koşturup, müthiş heyecanlanıyorum.

Müşterileriniz markaya özel kilit mekanizması sayesinde isterlerse bu değerli taşları mücevher görevinden ayırabiliyorlar, isterlerse kilidin onlara verdiği oyun alanı sayesinde kendi charm’larını ekleyip kişileştirebiliyorlar, değil mi?

En başından beri kilit mekanizmamız HoS’un en kıymet verdiği tasarım objelerinden biriydi. Hem tasarımının en ince ayrıntısına kadar delirdiğimiz gerdanlıkların tecrübesini 360 derece tamamlayacak hayati bir parçası olduğu için, ama asıl önemlisi markanın en kıymet verdiği, tasarımların sadece mücevher olarak değil, aynı zamanda evlerimizde, sofralarımızda kullanabileceğimiz bir dekorasyon objesine dönüşümünü destekleyebilmesi için. Amacımız kullandığımız bu heybetli, son derece üç boyutlu mercanları, turkuazları, incileri, elmasları mücevherlik görevinden ontolojik olarak koparmak ve onun başka fonksiyonları kazanmasında özgürlük alanı sunmak. Kıymetli taşlardan yapılmış bir taş dizesini aslında gerdanlık yapan en hayati görev kilide düşüyor. HoS kilitlerinin mantığı da bu akışkanlığı sağlamak, bu amaçla kilitler gerdanlıklardan tamamen ayrılabilecek şekilde tasarlandı ki sahipleri ona istedikleri yeni alanları bulmada özgür olabilsinler. En başından beri hayalimiz buydu ama bunu gerçeğe dönüştürmek, sınırsız çizimler, kalıplar, ustalarla toplantılar, tartışmalar, prototip üretimlerinden oluşan 1.5 senelik bir Ar-Ge sürecimiz sonunda oldu. En sonunda içimize sinen ve altı aylık deneme sürecinden sonra hepimizden geçer not alan tasarımımızın fikri mülkiyet haklarını alarak markanın alametifarikasından biri haline getirdik.

Kutu tasarımlarınıza bir sanat eseri gibi yaklaştığınızı ve yıllar sonra da böyle kabul görmelerini istediğinizi biliyoruz. Bu kutuların sizin için önemini biraz anlatabilir misiniz?

Bilhassa pandemi ile birlikte hepimizin evine giren çevrimiçi alışveriş kargo kutuları inanılmaz seviyelere ulaştı; eve daha girmeden kapıda çöpe yığdığımız bu çirkin kahverengi kutular yerine, HoS mücevherlerinin kutularını daha özenli ve sanatsal bir süreç içerisinde kurgulayarak kendi başlarına bir sanat eseri rolü üstlenmelerini istedik. Hayalimiz bundan 20 yıl sonra, 2021 House of Sól kutularını müzayedelerde görmek. Bu amaçla her sezon Doğu topraklardan çıkan yükselen bir kadın sanatçıyla çalışacağız. İlk sezonumuzda Gökçe İrten ile çalıştık, kendisi bize postmodern, feminist bir harem çizdi. Yüzyıllarca Batı’nın gözünde fantezi nesnesi haline gelen Harem’i ve Doğu’nun kadın figürlerini bu sefer yüz yıllık çinilerin önünde, vintage bir Şark halısı üzerinde ellerinde kokteylleriyle Simone de Beauvoir ve Virginia Woolf okuyup, feminizm tartışırken görüyoruz. Bu esans tam da HoS’un üzerinde kurulduğu baz; Doğu’nun sanatı ve zanaatıyla, kendi olmaktan korkmayan, cesur kadınlarla buluşması.

Şu anda House of Sól ’un kaçıncı sezonundayız? İlerideki sezonlarda nelr gelişecek, neler değişecek?

HoS duruş olarak fast fashion’a ve sezonsallığa karşı bir marka. El işçiliğiyle, ruhu olan, zamansız mücevherler yaratıyoruz, bu yüzden Sonbahar/Kış, İlkbahar/Yaz lansmanları gibi faniliklere sıkıştırmadık kendimizi. Benim içime sinen hammaddeyi bulana, içimde demlediğim tasarımlar doğmaya hazır olana kadar bekliyoruz. Ne şanslıyız ki bizi ve duruşumuzu kadınlar anladı ve ilk günden inanıp arkasında durdu. HoS’un ikinci sezonu ağustos ayında lanse oldu. Senede bir kere yeni sezon çıkarıyor; süreç içerisinde limitli sayıda küçük sürpriz tasarımlar paylaşıyoruz ve bu kış da öyle olacak! Her yeni gelen model birbiriyle tasarım dili ve kalite olarak konuşan ama çok geniş yelpazeye yayılan bir ürün gamına sahip, örneğin elmas da satıyoruz ham ceviz ağacı da, ama bu ikisini uzaktan gördüğünüzde aynı elin ürünü olduğunu saniyesinde anlayabiliyorsunuz.