Bir Zamanlar İbadethane Olan 5 Yıldızlı Avrupa Otelleri
Avrupa’nın dört bir yanında otel sahipleri, tarihi ibadet mekânlarını lüks konaklama alanlarına dönüştürüyor. Tarihi ve ruhani atmosferin iç içe geçtiği bu mekânlar, misafirlerine huzur dolu bir tatil sunuyor.
#1 Anantara Convento di Amalfi Grand Hotel, Amalfi Kıyıları
Anantara Resorts, Avrupa’daki genişleme stratejisini tarihi binalar üzerine kurmayı tercih ediyor. Amalfi Kıyıları’ndaki bu otel, 13. yüzyıldan kalma bir Kapuçin manastırında hizmet veriyor. Konuklar, manastırın bahçelerinden deniz manzaralı sonsuzluk havuzuna kadar uzanan Walk of the Monks patikasında huzuru bulabiliyor. Ayrıca, Ravello’daki San Francesco Manastırı’ndan Rahip Marcus’un eşlik ettiği rehberli turlar, otelin ruhani geçmişini keşfetmek için eşsiz bir deneyim sunuyor.
#2 Ca’ di Dio, Venedik
Venedik’in San Marco Meydanı’na yalnızca 10 dakikalık yürüme mesafesinde olmasına rağmen, Ca’ di Dio gizemli avlusuyla şehrin karmaşasından uzak bir sığınak sunuyor. Otelin içindeki sessiz okuma odası, Murano camları ve modern sanat eserleriyle bezeli giriş holüne açılıyor. Restoran Vero ise lagünün yerel lezzetlerinden ilham alan menüsüyle gastronomik bir yolculuk vadediyor. Akşamınızı Alchemia Bar’da sonlandırdıktan sonra, otelin gece görevlilerinden binanın tarihi hakkında sürükleyici bir tur almayı unutmayın.
#3 Botanic Sanctuary, Anvers
Belçika’nın ilk dört Michelin yıldızlı oteli olarak tarihe geçen Botanic Sanctuary, Anvers’in Botanik Bahçeleri’ne gizlenmiş bir 13. yüzyıl manastırında hizmet veriyor. Sekiz yıllık titiz bir restorasyon çalışmasıyla hayata döndürülen yapı, antik mahzenlerinde yalnızca özel davetlilere açık bir viski kulübü olan The Unprecedented’a da ev sahipliği yapıyor. Otelin spa merkezinde ise manastırın eski eczacılık geleneklerinden ilham alınarak hazırlanan şifalı tedaviler sunuluyor.
#4 Abbaye de la Bussière, Burgonya
1131 yılında İngiliz bir rahip tarafından kurulan bu Cistercian manastırı, 2005 yılında İngiliz bir çift tarafından lüks bir otel olarak yeniden hayata geçirildi. Burgonya’nın Route des Grands Crus rotasında yer alan bu mekân, vitray pencereleri ve gotik kemerleriyle göz kamaştıran restoranı Le 1131 ile dikkat çekiyor. Otelin geniş çimenlik alanları, 50’den fazla ağaç türüne ev sahipliği yaparken 13. yüzyıldan kalma bir üzüm presi ve düğün törenleri için kullanılan küçük bir kriptayı da barındırıyor.
#5 L’Oscar, Londra
Eskiden Baptist kilisesi olan bu yapı, ünlü tasarımcı Jacques Garcia’nın dokunuşlarıyla baştan yaratıldı ve artık tam anlamıyla bir gösteriş merkezi. L’Oscar’ın 39 odalı butik otelinde konuklar, binlerce dolar değerindeki İzlanda kaz tüyü yorganların altında uyuyor ve mermerden oyulmuş küvetlerde dinleniyor. 1856’da inşa edilen sekizgen şapel ise artık yalnızca özel davetlere açık bir yemek salonu olarak hizmet veriyor. Dini motifler içeren eski terrakota paneller, kadife kumaşlar ve altın işlemeli deri detaylarla yeniden yorumlanarak otelin modern atmosferine ustalıkla entegre edilmiş.
Bu oteller, geçmişin kutsal mekânlarını günümüzün lüks konaklama anlayışıyla birleştirerek, zamansız bir kaçış deneyimi sunuyor. Tarihi yapıları koruma hassasiyetiyle inşa edilen bu otellerde, her adımda geçmişin izlerine dokunmak mümkün.