Bilim Sanatla Buluşuyor
Türkiye’nin en genç, diplomalı tablo restoratörü Volkan Şen, atölyesine gelen kıymetli eserlere yeni bir hayat kazandırıyor.
Röportaj: Zeynep Merve Kaya
Portre Fotoğrafları: Hakan Aydoğan
Türkiye’deki sanat eseri koleksiyonerleri arasında tanınırlığı giderek artan, Türkiye’nin en genç, diploma sahibi tablo restoratörü Volkan Şen, işini hem çok iyi biliyor hem de çok severek yapıyor. Eserlerin varlığını korumayı hedefleyen restorasyon sanatını çok iyi bir resim ve bilim bilgisiyle destekleyen Şen, yüzlerce yıllık tabloların ve kendisi için manevi değeri olduğunu söylediği ikonaların ömrünü uzatıyor, uzun yıllar daha hayatımızda yer kaplamaları için onlara adeta yeni bir nefes üflüyor.
Sanat eseri restorasyonuna ilginiz nasıl başladı?
Işık Üniversitesi’nde İç Mimarlık okuyordum. İki sene sonra yapamayacağımı, bütün gün bir ofiste oturup çalışamayacağımı anladım. Güzel Sanatlar Lisesi’nden, Resim bölümünden mezunum yani zaten iyi bir resim eğitimim vardı ve hep Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde okumak istiyordum. Neler yapabileceğimi araştırmaya başladım ve Mimar Sinan’da Sanat Eserleri Konservasyonu ve Restorasyonu Bölümü’nü gördüm. Bana çok ilginç geldi; o zamana kadar hiçbir bilgim yoktu bu konuyla ilgili. Çok kısa bir sürem vardı, sınavlarına hazırlanmaya başladım. Genel yetenek sınavından sonra bu bölümün üç sınavı daha var; renkli, karakalem ve mülakat. Renkli sınavda bir eserin birebir aynısını yapmanızı istiyorlar. Karakalem sınavında ise bir resmin eksik bölümlerini tamamlamanızı istiyorlar. Tüm bu sınavları ve mülakatı da geçtikten sonra bölüme girecek 10 kişi arasına girmeye hak kazandım.
Bölümü kazandıktan sonra sahada deneyim kazanma hikâyeniz de çok ilginç.
Mimar Sinan Sanat Eserleri Konservasyon ve Restorasyon Bölümü, İş Bankası ortaklığında kurulmuş. İtalyan ekolüyle, İtalya’dan gelen malzeme ve ekipmanlarla, İtalya’da eğitim almış eğitmenlerle okuyorsunuz. İtalya’ya gitsem, ek bir eğitime ihtiyaç duymadan direkt çalışmaya başlayabilecek bilgiye ve bunu destekleyen diplomaya sahibim. Okula başlama hikâyem hızlı gelişti ama mezun olmam yedi yılımı aldı. Ben girdiğimde bölüm ilk mezunlarını vermişti ve çoğunun işsiz olduğunu duydum. Bu beni biraz panikletti, çok severek başladığım bir alanda işsiz kalmak korkutucuydu. Sadece diploma almak beni kurtarmayacaktı; tanınmam, koleksiyonerlere ulaşmam, bu işi yapabilmek için uğraşmam lazımdı. İkinci yılda okula parça parça gitmeye başladım ama bu süreçte Ayasofya’da çalıştım, Merkez Laboratuvarı’nda çalıştım -Topkapı Sarayı’nın sanat eserleriyle ilgilenen bir kurum- İstanbul Üniversitesi rektörlüğünün resim koleksiyonunda çalıştım. Stajyerdim ama her işi yapıp öğreniyordum. “İşime ne yarar, kiminle iletişim kurabilirim, bu iletişim benim nasıl işime yarar?” diye düşünüyordum sürekli. Anneannemler Rum, kiliseyle de bir bağlantımız var. Alaylı ama bu işin uzmanı olan papazlardan ikona restorasyonu öğrendim. Hem yapımında hem de restorasyonunda uzman papazlarla, birkaç yıl boyunca, aynı dili bile konuşamadan, bir şekilde anlaşarak çalıştım. İstanbul Resim Heykel Müzesi’nde de tablo restorasyonu alanında çalıştım derken kabarık bir özgeçmiş oluşturdum kendime. Artık diplomaya ihtiyacım vardı; okuluma devam ettim ve mezun oldum.
Bu işte diploma sahibi olmanın sizin için önem teşkil ettiğini biliyorum. Sizinle çalışan kişiler bu konuya nasıl yaklaşıyor?
Türkiye’de alaylı olarak tablo restorasyonu yapan üç kişi var, bu kişilerin yaşları da 45 üstü. İçlerinde en genç benim, 29 yaşındayım. Birisi İtalya’da kurs aldıktan sonra Türkiye’de bazı koleksiyonlarda çalışmış. Tek sorunum beni çok genç bulmaları. İlk gördüklerinde, “Ne kadar gençmişsin” diyerek tokalaşıyorlar. “Aslında ben genç değilim, asıl onlar yaşlı” diyorum ben de. Yeni mezunum ama “yeni” değilim. Uzun yıllardır bu işi yapıyorum. “Bu işi biliyorum. Bildiğime emin olun. Güvenin” diyorum. Hiç işin içinden çıkamadığım durumlarda hemen referanslarımı söylüyorum ve portfolyomu sunuyorum. Bazı tanıdığım koleksiyonerler yurt dışına gönderiyorlar tabloları, mesela Yunanistan’a veya İtalya’ya; bazıları hiçbir şey yapmıyorlar kötü durumdaki tabloları için; bazıları da eserlerinin restorasyona ihtiyacı olduğunun farkında değil. Eseri müzayedeye çıkarak satıcılar veya koleksiyonerler, yırtık tablonun toparlandığında daha yüksek fiyata satılacağını biliyor. Zaten bence hiç kimse eserin korunması konusu üzerinde pek durmuyor. Düşünen kesim ise çok aydın ve bilgili ama sayıları az. Hiç kimse bana “diploman nerede, hangi üniversitede okudun?” diye sormuyor. Kendim söylüyorum neler yaptığımı, “Önemli değil, iki güne bitirir misin onu söyle” diyorlar karşılık olarak. Koleksiyonerlerin en bilgilisi de en bilgisizi de bu şekilde yaklaşıyor olaya; artık şaşırmıyorum o yüzden. Ben de işimi mümkün olduğunca iyi yapıp teslim ediyorum.
Bu meslekte diplomalı olmanın önemi nedir? Bölümden mezun olan diğerleri ne iş yapıyor?
Üniversitede gerçekten çok iyi bir resim eğitimi alıyoruz. Bölümden bildiğim, tanıdığım, duyduğum herkes de ya dövmeci oldu ya da kendi eserlerini üretip satmaya başladılar. Aralarında grafiker olanlar da, çeşitli sanat kurumlarında farklı pozisyonlarda çalışanlar da var. Bir arkadaşım tablo restorasyonu değil de arkeolojik eser restorasyonu yapıyor mesela. Şunu net bir şekilde söyleyebilirim ki benim tanıdığım, rakibim diyeceğim restoratörlerin tamamı 40 yaş üzeri kişiler. Elbette alaylı restoratörler de var ama onlarla çalışan koleksiyonerlerin kötü deneyimleri olmuş. Daha önce onlara giden eserler, bugün düzeltmem için bana teslim ediliyor. Onları rakibim görmüyorum. Bu sebeple kendime artık rakip olarak diplomalı restoratörleri alıyorum; koleksiyonerler de kaliteli işler gördükçe yavaş yavaş bunun farkına varmaya başlıyorlar. Bildiğim, tanıdığım ilk diplomalı tablo restoratörü benim. Elbette var diplomalılar ama ağırlıklı olarak arkeolojik eser, kâğıt ve İslami eser restorasyonu üzerine çalışıyorlar.
Koleksiyonerlerle ilk buluşmanız nasıl gerçekleşti? Nasıl böylesine güçlü bir çevre edinebildiniz?
Bir gün birisi bana ulaştı, “Tablo restoratörüyüm, seni Instagram’da gördüm, bir kahve içelim” dedi. Tanıştık. O da Dolmabahçe’de çalışmış, İtalya’da kısa bir eğitim almıştı. Bilgilerimiz nispeten aynı, aynı dili konuşabiliyoruz. “Sana yardım etmek istiyorum, bir an önce başla” diyerek ilk işimi verdi bana. Hâlâ öğrenciydim. Beni bir kişiyle, iki kişiyle tanıştırdı, bir süre böyle devam etti. Bugün rakibiz. Şu anda neredeyse tamamen referansla çalışıyorum. İşimi beğenen kişiler arkadaşlarına, diğer koleksiyonerlere öneriyorlar ve yeni müşteriler kazanıyorum. Kimse bana ne yaptın diye sormuyor, arkadaşının referansına güvenerek arıyorlar beni.
Koleksiyonerler dışında başka kimlerle çalışıyorsunuz? Herkes size eserini getirebilir mi?
Üç farklı kitlem var. Antikacılar; “hızlıca tamamlayalım, ucuza kapatalım, eseri hemen satmalıyım” derler. Orta seviyeli müzayedeler veya galerilerle de sık çalışırım. Bir de koleksiyonerler, özel koleksiyonlar var.
Tüm bu kitlelerden gelen eserlere aynı muameleyi, özeni gösteriyorsunuz elbette.
Bana gelen bütün eserler aynı soruna sahip. İki milyon TL’lik bir tablonun sorunu da aynı, 10.000’lik bir tablonunki de; yırtık ya da eskimiş vernik. Bez, boya, vernik oluşturuyor bütün tabloları. Onların değerini belirleyen şey bunlar değil. 10.000 TL’lik tabloyu da aynı kimyasalla temizliyorum, diğerini de. Hepsine aynı özeni göstermezsem ne ben iyi sonuç alırım ne de eseri teslim ettiğim kişiyi tatmin edebilirim. Eseri verdiğimde, “buna ne yaptın” diye sormasına gerek olmadan önce değişimi anlamasını isterim. Farklı değere sahip eserler arasında hiçbir fark gözetmiyorum, bu fark sadece benim stresimi arttırıyor!
Çeşitli devlet kurumlarıyla da çalıştığınız oluyor mu?
Şirketler, büyük kurumlar, devlet kurumları genelde ihale açarlar restorasyon için. Türkiye Bankalar Birliği’nin geçenlerde bir ihalesi vardı mesela. Fakat devlet kurumları her yerde aynı şekilde işliyor; en düşük kim teklif veriyorsa genelde onunla çalışmayı tercih ediyorlar. Fakat benim harcadığım malzemenin ücretini bile karşılamıyor. Tüm malzemelerimi yut dışından temin ediyorum; burada hem çok pahalı hem de bulunmuyor. Kendisi yoksa muadili oluyor ama onlara da güvenilmiyor. Üniversite öğrencilerinden o kadar çok mesaj geliyor ki, “Ben de restoratörüm, tablo restorasyonu öğrenmek istiyorum” diye. Baştan başlamalarını, eğitim almalarını öneriyorum. Bazen soruyorlar, “Resmi neyle temizliyorsunuz?” diye. Keşke bir tane temizleyicim olsa da ben de rahat etsem Bazen kullandığım temizleyicilerin sayısı 20’ye kadar çıkıyor. Bu 20 içinden doğru olanı bulmak da çok zor. Zaten vakit alan da bu, doğru malzemeyi bulmak.
Bu tabloların güvenliğini nasıl sağlıyorsunuz?
Atölyemin olduğu yerde hem bina hem kat güvenliği mevcut. Kartsız ulaşamıyorsunuz zaten. Atölye tavanında yangın söndürücüler ve havalandırmalar bulunuyor. Kameralarla da izleniyor. Maksimum güvenlikli. Benim en çok korktuğum şey yangındır. Eser çalınsa belki bulursunuz ama yangının asla geri dönüşü yok. Bu yüzden atölyede yangına karşı ekstra önlemler alındı.
Eser sahiplerine, eserin ömrünü uzatmaları için neler önerirsiniz?
Bir eser için en kötü şey, nem ve ısı dengesinin sürekli değişmesidir. Tuvaldeki astar nemi alır şişer, nemsiz kalır bollaşır. Bütün bollaşan eserlerin sebebi nemdir. İşte bu koruma sürecine konservasyon diyoruz. Restorasyon süreci uygulamalardan ibaret. Konservasyon ise eserin restore edildikten sonra uzun süre en kaliteli halde kalmasını sağlamak demek. Eser sahiplerini kaloriferin, şöminenin üzerine eser asmamalarını, hava sirkülasyonunun bol olduğu yerlere asılmaması gerektiğini öneriyorum ama gidip yazlığına eser asan bile var.
Sadece tablolar üzerine mi çalışıyorsunuz?
Ben tablo restoratörüyüm. Uzmanlığım sadece tablolar üzerine; kanvas ve ahşap. Kâğıt eserler, cam eserler, metaller geldiğinde uzmanına yönlendiriyorum. Türkiye’deki resim koleksiyonları genelde Türk resmi üzerine; erken cumhuriyet dönemi ağırlıklı. Bazen tavan aralarından tuval üzerine yapılmış kilise resimleri, ikonalar çıkıyor. Bazen çağdaş eserler de geliyor. Örneğin; bir Haluk Akakçe taşınırken altı zarar görmüş, rötuş istiyorlar. Evet, resimler, dönemler farklılık gösteriyor ama gördüğüm malzeme aynı. Çünkü ben aslında malzemeyi onarıyorum. Malzeme aşındıysa tamamlıyorum, yırtıldıysa dikiyorum, sarardıysa siliyorum. Ve bunu çok severek yapıyorum.
Birisi size ulaşıp, eserini teslim etmek istediğini söylediğinde, nasıl bir süreç başlıyor?
Beni ararlar, hemen randevulaşırım. Verdiğim saatte giderim, tabloyu görürüm, sorunları söylerim, fiyatı iletirim, verirlerse alır götürürüm, restorasyonunu yapar ve zamanında teslim ederim. Hiç aksamaz bu. Kendi hayatımda da böyleyimdir, hiçbir şeye üşenmem. Bu işte böyle olunması lazım. Çünkü hep bir zaman söz konusu olur. Müzayede zamanına yetişmesi lazımdır mesela. Bu iş uzun bir iş de değil. Samimi söylüyorum, en kaotik restorasyon beş gündür. Vernik kuruma süresi gibi sebeplerden iki gün sarksa, en fazla bir haftaya bir eserin restorasyonunu bitirebilirsiniz. Çok büyük bir eser değilse, süre bu kadardır.
Bir tablonun neye ihtiyacı olduğunu nasıl anlıyorsunuz? İlk değerlendirmeyi nasıl yapıyorsunuz?
Eserin neye ihtiyacı olduğu ilk bakışta anlaşılıyor. Göre göre alışıyorsunuz, ilk bakışta nokta atışı söyleyebiliyorsunuz neler olduğunu. Bir eseri gördüğümde, üzerinde sararmış bir tabaka varsa verniğinin çok eski olduğunu anlıyorum, yırtıklarını görüyorum. Boya bezden ayrılıyor ve çatlayarak dökülüyor. Gözle göremediklerinizde ise UV ışıkla bakıyoruz. Karanlık bir odada resme UV ışık tuttuğumuzda sonradan boyamaları görüyoruz, emin olamıyorsak sararmış verniği görüyoruz, okunamayan imzaları okuyabiliyoruz.
Tüm bunlar görüldükten sonra asıl restorasyon işlemi başlıyor, değil mi?
Bir eseri gördüğümde, küçük bir raporlama yapıyorum. Raporuma eserin vernik sararmasını, yırtıklarını, paslı çivilerini, ölçülerini, ismini yazıyorum. Bu raporu referans alarak işi kaç günde teslim edebileceğimi, ücreti söylüyorum. Anlaştığımızda eseri ya ben atölyeye götürüyorum ya da kargoyla gönderiyorlar. Burada eserler ilk aşamada temizlenmeye başlıyor. Aslında bütün aşamalar eserin durumuna göre değişiyor. Bazen boya o kadar dökülüyor ki, o boyayı temizliğe başlamadan önce sabitlemek gerek. Ütülenmesi, basınç altında beklenmesi gerekiyor. Temizlenecek yüzey ancak boyalar sabitlenince ortaya çıkıyor. Eski verniği söküyorum veya oluşan atmosferik kiri temizliyorum. Ama bazen boyaların sabitlenmesi için uyguladığım kimyasal, yüzeydeki kiri boyaya yapıştırıyor. Bu kez de bambaşka bir soruyla karşılaşıyorsunuz: Önce temizlik mi yapmalı yoksa boyaları mı sabitlemeli?
Bu süreçte tabloyu veren kişiyle sürekli iletişim halinde misiniz?
Bana eserini soran çok olmuyor ama süreç devam ederken ben onlara danışıyorum bazen. Eseri temizlediğimi, kaç gün daha bende kalacağını iletiyorum veya eserin bir bölümünü yeniledikten sonra öncesi ve sonrası karşılaştırmaları için fotoğraf gönderiyorum. Bu şekilde hem süreç daha samimi bir şekilde ilerliyor ve eser sahiplerinin bana olan güveni artıyor hem de “Eserime şu an ne oluyor?” kaygısı azalıyor. Bunu yapmak gerekmiyor, istersem bütün süreci gizli tutabilirim. Ama gerçekten eser sahiplerinin bilgilenmelerini istiyorum ve neden üç dört gün daha süreceğini anlamalarını sağlamaya çalışıyorum. Ödeyecekleri ücretin karşılığını alıp, tatmin olmalarını istiyorum. Teslim ederken bir restorasyon raporu sunuyorum: Hangi malzemeler kullanıldı, neler yapıldı? 50 yıl sonra siz resmi bir başka restoratöre teslim ettiğinizde, o kişi önceki restorasyonda neler kullanıldı görsün istiyorum.
Size kötü durumda gelen eserin sorumluluğunu almak da zor bir iş olmalı.
Bazı restoratörler resmi amonyakla temizlemeye kalkmış, bu esnada boyayı da silmiş mesela. Bugün benim kullandığım en az zarar veren kimyasal bile o amonyak kalıntısıyla etkileşime girip güçlenebiliyor. En basit kimyasalım bile onu temizleyemiyorsa, elim kolum bağlı kalıyorum. Bunun sorumluluğu nasıl bende olabilir? Eser sahiplerine durumu anlatıyorum, “amonyakla temizlettiğiniz için işin içinden çıkamıyorum, süreç bir hafta daha uzadı.” İşte tam da bu noktada, ne kadar titizlik isteyen bir iş olduğunu görüyorsunuz.
En çok hangi dönem eserlerini veya ressamlarını seviyorsunuz?
Türk resmini özellikle seviyorum. Feyhaman Duran, İbrahim Çallı… Yakın zamanda bir İbrahim Çallı koleksiyonu restore ettim, çok severek yaptım. Hatta teslim ederken çok zorlandım. Çok güzellerdi.
Şimdiye kadar sizi en mutlu eden çalışmanız hangisiydi?
Ben Ortodoks Hristiyan’ım, bu yüzden benim için manevi değeri en yüksek olan şeyler, ikonalar. Onlarla büyüdüm, bana çocukluğumu hatırlatıyorlar. Bana gelen ikonaların restorasyonunu yaparken manevi olarak daha çok haz alıyorum. Ama tablolarla da manevi bir bağ kuruyorum. Yakın zamanda üzerinde çalıştığım İbrahim Çallı koleksiyonu çok değerliydi benim için. Bir keresinde 1600’lerde yapıldığı düşünülen bir resim geldi. Örneklerini araştırmaya başladık. Ressamı bulundu. İmzası yoktu resmin ama fırça darbelerinden o ressamın kullandığı tuval boyutuna kadar her şeyi aynıydı. Bu resmin koleksiyoneri için manevi değeri çok yüksekti, eminim maddi değeri de bir o kadar yüksektir.
Bu işi yapmak için sanat tarihi bilgisine gerek var mı? Resmin ihtiyacı olan doğru boyayı, malzemeyi, aynı rengi nasıl tutturuyorsunuz?
Bana gelen sanat eserleri ortalama 60 veya 100 yıllık oluyor. Bazen 200 yaşında resimler de geliyor elbette. Restorasyonun en temel kuralları -ki Türkiye’de olmayan bir şey bu- restorasyon etikleridir. Bu etikler “esere müdahale”, “yaklaşım” diye geniş detayları kapsar. Üniversitede bölüme ilk girince ilk öğrendiğimiz şey, restorasyon etiklerine uygun olarak restorasyon yapmak. Restoratör bir ressam gibi resme müdahale etmemeli. Kendi tarzını resme yansıtmamalı. Restoratör bir işçi. Kayıp olan alanı tamamlayacak bir kişi. Kayıp alana kafama göre çiçek, böcek çizemem; eksik olan neyse onu koymak zorundayım. Ve bunu minimum müdahaleyle yapmalıyım. Her şeyden önce de uyguladığım kimyasalın, o eserde kalıcı olmaması gerekiyor ama günü kurtarma amaçlı da uygulanmamalı. Esere yaptığım rötuşun, belki 50 yıl sonra başka bir restoratör tarafından kolayca geri alınabilecek şekilde yapılması gerekiyor. Geri alınabilmeli ki, yeni malzemelerle o alana müdahale edilebilsin. Restoratörün müdahalesi, son müdahale olmamalı. İleride gelişen teknolojilerle eserin yeniden rötuşlanmasına izin vermem gerekiyor. Alaylı kişiler genelde akrilik veya yağlı boyalarla yapar rötuşlarını ve eserde kalıcı bir iz bırakırlar; bu dokunuşları sökmek çok zordur. Eserde her zaman geri alınabilir, yani sentetik malzemeler kullanılmalı. Geleneksel eserlerde bile bu böyledir. Yumurta tempereyle yapılmış bir ikona resminde, ben tekrardan yumurta tempere kullanırsam neler olur? Eser, biyolojik aktivasyona açık hale gelir; yumurta bütün böceklerin sevdiği organik bir madde! Ayrıca onu uyguladığımda, eski sararmış tempereyle yeni rengi denk getiremeyeceğim ki. Bu yüzden sentetik bir materyal ile oranın doldurulması veya rötuşlanması gerekiyor.
Hiçbir referansı veya kopyası olmayan resimleri nasıl tamamlıyorsunuz?
Örneğin; bir resimde elde döküntüler var, el figürünün bazı kısımları yok. Bazı kısımları tamamlamak için üzerinde çok düşünmem gerekiyor. Hareket halindeki bir el ise aşağı mı bakıyordu, yukarı mı bakıyordu… Yüzündeki ifadede eksikler varsa gülüyor muydu, ağlıyor muydu bilmek gerekiyor. Başlıyorum araştırmalara… Kütüphaneye gidiyorum, o dönemde yapılmış örnek resimleri inceliyorum. O ressamın diğer resimlerinde yaptığı figürlere bakıyorum; tırnak yapısı, bilek yapısı nasıl? Yüzde yüz emin olamam elbette ama araştırmalarım sonunda en doğru olanı yapmaya çalışıyorum. Kayıp bir yanak toparlanabilir ama mesela kulak, çok zor. Kulağı büyük müydü, küçük müydü? Bu sebeple çok iyi bir araştırma yapmak, yapılan rötuşun da fark edilmemesi gerekiyor. Fark edilen rötuşlar da var elbette. Örneğin; müzede sergilenen eserlerdeki dokunuşlar. Restorasyon değerli bir iş, fark edilmesi gerekiyor elbette ama bugün koleksiyonerler resimlerinin kusursuz olmasını istiyor. Ben de, eğitimim de bu yönde olduğu için, bunun uzmanıyım ve bunu yapıyorum.
Restore edilmemiş bir resmi düşünelim. Uzun yıllar öyle bilinmiş, öyle sevilmiş. Siz onu temizlediğinizde resim manevi değerinden bir şeyler kaybetmiş olmuyor mu?
Şöyle düşünün; sararmış vernik, kir, orijinal resmin orijinalliğini bozan şeyler. Bir resmin gerçek renklerini okuyamazsınız üzerinde sapsarı hatta siyah bir vernik varsa, kir varsa. O resimden keyif alamazsınız çünkü o resim kirli! Temizlendiğinde orijinal renklerini görüyoruz. Aslında ilk yapıldığı haline, en sağlıklı halde döndürmek demek restorasyon.
Eseri gıcır gıcır yapmak değil söz konusu olan şey. Kirin de estetik bir değeri var. Koleksiyonerler, antikacılar, müzayede evleri, galeriler işin bu kısmında değiller. “Bu resim çok eski, orijinal renklerini görmek istiyorum” diyorlar; “Deniz mavidir, yeşil ya da siyah değil” diyorlar. Değişim hiçbir zaman kötü algılanmadı yaptığım işlerde. Bir müzede çalışsaydım belki bu kadar ağır müdahalelerde bulunamayabilirdim eserlere.
Resim ve restorasyon bilgisi dışında farklı alanlarda da uzman olmak gerekiyor mu bu işi yapabilmek için?
Restorasyon, içinde birçok dalı barındırıyor. Çok iyi kimya, fizik eğitimim var. Kimya bilginiz olmasa restorasyon yapamazsınız zaten. Kimyasal uygulamaları halletseniz, resim bilginiz yoksa bir noktada tıkanacaksınız. Resim bilgin yoksa rötuşu nasıl tamamlayacaksın? Kimyasal bilgin yoksa o resmi nasıl temizleyeceksin?
Peki, kendi resimlerini yapıp, kendi eserlerinizi üretiyor musunuz? Sizden bunu isteyen çok oluyordur mutlaka.
Yıllarca Güzel Sanatlar Lisesi’nde ve Mimar Sinan’da çok resim yaptım. Resmi seviyorum, izlemeyi seviyorum, yapmayı da seviyordum ama galiba şu an oturup resim yapmam. Bundan keyif almadığım için yapmam. İmgeden resim yapamam ama iyi bir reprodüksiyonu, birebir aynı yaparım. Galericiler resim yapmamı istiyor bazen ama onlara da yapmadığımı söylüyorum.
İş dışında ne yapıyorsunuz? Ne gibi hobileriniz var?
Hobim, yelken. Seyahat etmeyi, kısa tatiller yapmayı seviyorum. Ailemle vakit geçirmeyi çok seviyorum. Henüz bir koleksiyon yapmıyorum ama düşünüyorum. Türk resmiyle ilgileniyorum, bunun üzerine çalışmalarım ve araştırmalarım da var. Yapsam, erken cumhuriyet dönemiyle ilgili bir koleksiyon yapardım.