Bengü Arslan Esin ile Kahve Molası
Uzun yıllar TFF bünyesinde görev yaptıktan sonra kendi şirketi BOURZ Content & Communications’ı kurup, pek çok niş sektörde danışmanlık hizmeti veren Bengü Arslan Esin, Türkiye’de Avrupa Birliği’nin etkinlik ve iletişim yönetimi konusunda hizmetler veriyor. Avrupa Birliği’nin finanse ettiği projelerin de iletişimini üstlenen başarılı iş insanıyla bir araya geldik.
Bize öncelikle kendinizden bahsedebilir misiniz?
Annem ve babamın milli sporcularımızdan olması nedeniyle dünyaya gözlerimi açtığım andan bu yana sporla iç içeyim. Anneniz Manş Denizi’ni yüzerek geçen ilk Türk Kadın Nesrin Olgun Arslan ile konuşmaya başlamanızla, kendinizi suda bulmanız eş zamanlı olur! Erken yaşta başladığım yüzme sporunda 7 yaşından itibaren yarışmalara katılmaya başladım ve birçok derece aldım. 11 yaşında yüzmeye ek olarak tenis öğrenmeye başladım ve hâlâ iddiamı koruyorum. Liseyi, doğup, büyüdüğüm şehir olan Adana’da bitirdim. Başkent Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesinden Spor Bilimleri ve İletişim Fakültesinden Radyo-Televizyon alanlarında çift anadal eğitimimi tamamladım. FIFA’dan Spor Yönetimi yüksek lisansım ve ardından Bahçeşehir Üniversitesi’nden de Executive MBA derecesine sahibim.
2011-2018 yılları arasında TFF bünyesinde, AR-GE Sorumlusu, UEFA İletişim Sorumlusu gibi çeşitli görevlerde bulundum ve UEFA Kulüp Lisans ve Finansal Fair Play Sorumlusu pozisyonunda çalışırken, erkek egemen spor kariyerimi noktalayıp, kendi kanatlarımla uçmaya karar verdim. Bu dönemde ismini İngilizce “Be Ours” (Bizim markalarımızdan biri ol) kelimelerini kaynaştırarak yarattığım BOURZ macerası başladı. Bourz olarak; Türkiye’de Avrupa Birliği’nin etkinlik ve iletişim yönetimi konusunda hizmetler verdik ve ayrıca Avrupa Birliği’nin finanse ettiği projelerin de iletişimini üstleniyoruz. Bunun yanı sıra pek çok niş segment moda, tekstil, mücevher, aksesuar, kozmetik markasına geleneksel basın iletişimi (PR), kurumsal marka danışmanlığı, sosyal medya yönetimi, influencer marketing, etkinlik tasarımı ve prodüksiyonu, fotoğraf ve video çekim prodüksiyonları, kurumsal kimlik kılavuzu oluşturulması dâhil tüm yaratıcı tasarım çözümleri, kişisel markalaşma yönetim ve influencer marketing gibi alanlarda hizmet veriyoruz. Akademik olarak, Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları alanında uluslararası mecralarda yayınlanmış birçok makalem, kitabım ve çok yazarlı kitaplarda bölümlerim var.
İletişim sektörünün içindesiniz, içinde bulunduğunuz sektörde pandemiyle birlikte neler değişti?
Pandemi sürecinden sonra dünyada ne kadar büyük değişim olduysa, iletişim sektörü bundan üstel katlar halinde etkilendi. Örneğin, geçtiğimiz günlerde 1984 senesinden bu yana pandemi molasına kadar aralıksız sahne alan The Phantom of the Opera müzikalinin yeniden sahneye konduğunu ancak satılan bilet sayısının, prodüksiyon maliyetlerini karşılayamaması nedeniyle bitirilmesine karar verildiğine ilişkin bir haber okudum. Bu açıdan baktığımda çok üzücü bir değişim oldu diyebilirim ancak kendime baktığımda da artık eskisi kadar sık davetlere iştirak etmediğimi, tiyatroya/sinemaya gitmediğimi kısaca kalabalığa karışmaya hala imtina ettiğimi görüyorum. İnsanın yaşantısı bu şekilde evrilince sosyal medyada sosyalleşmeye, e-ticaret sitelerinden alışveriş yapmaya, kısaca hayatı dijitalde yaşamaya başladık. Bu nedenle artık iletişim danışmanlığı hizmetini bile iki ana dalda (Geleneksel PR ve Sosyal Medya Yönetimi) sunuyor ve PR çıktılarından da sosyal medyada faydalanıyoruz. Önceki yıllarda, bir gazetecinin, bir markayı ele alması, o markanın ve/veya markaya ait ürün ve hizmetlerin haber değeri taşıdığı anlamında kabul edilir ve markanın muteberliğine katkısı olurdu. Şu anda bu değer kayboluyor. Konu daha çok influencer marketing (sosyal medya fenomenleri ile kurulan işbirlikleri) alanına kayıyor ve kimse bunu yadırgamıyor. Bende kalite standartları korunduğu sürece bu tip çalışmaları destekliyorum artık.
Peki, bu değişim lüks markaların iletişim stratejilerini ne yönde değiştirdi?
Niş bir hedef kitleye hitap eden moda ve kozmetik markaları ile tasarım mücevher markaları size sadece bir ürün satmaz, bir deneyim yaşatır. Bu deneyimi bir telefon veya bilgisayar ekranına sığdırmak ne kadar mümkün? Daha önceleri bize mümkün görünmezdi. Lüks segment bir markanın mağazasına girdiğimiz andan itibaren içerinin kokusu, çalan hafif müzik, satış danışmanlarının mükemmel görünmesi, ikram edilen bir kadeh şampanya ve sunulan kusursuz servis bizi etkisi altına alırdı ve bu eşsiz deneyimi, özellikle biz kadınların çoğu zaman hayır diyemediği satışların kapatılmasında etkili olurdu. Şimdi biz maksimum 15 saniye göz atılacak bir dijital içeriğe; kokuyu, tınıyı, görselliği, tadı ve hizmeti sığdırırken; müşterinin ürüne dokunma ayrıcalığını kaybetmesi gibi önemli bir açığı da kapatmaya çalışıyoruz. Yani oyunun kuralları tamamen değişti. Artık bir matematikçi gibi istatistik hesaplamaları yapıyor, bir mühendis gibi analitik düşünerek dijitale entegre edilebilen ancak markanın bütünleşik algısından ödün vermeyen stratejiler üretmeye çalışıyoruz.
Sizin lüks tanımınızı öğrenebilir miyiz?
Benim için en büyük lüks, ayda yılda bir fırsat bulabildiğim teknoloji detoksu. Gerek özel hayatımda, gerekse işimde, sevgi ve tutku duyguları çok ön plana çıkıyor. Bu da ister istemez adanmışlık hissini beraberinde getiriyor. Az önce de bahsettiğim gibi hayatlarımız dijitale doğru evriliyor ve ben işim gereği bu evrimin odağında yaşıyorum. Ama şu an iş hayatına atılan Z kuşağı genç meslektaşlarımın aksine ben doğa ile iç içe yaşanan, yüz yüze görülemeyen dostların özlendiği bir dünyaya doğdum ve ne olursa olsun dijital dünyaya böyle molalar verme ihtiyacı hissediyorum. Bana göre lüksün tanımı daima arzu nesneleri ile paraleldir ve herkes için değişkendir. Ailesinin durumu iyi olmayan bir ilkokul öğrencisinin arzu nesnesi kokulu bir silgi iken, köklü bir ailenin 30’lu yaşlarını süren kızı için karat ağırlığı oldukça yüksek bir mücevher olabilir. Bu durumda bir silgiye ve bir tasarım mücevhere lüks demek aynı anda mümkün. Lüks kime göre, neye göre?
Sanata olan ilginiz ne boyutta?
George Bernard Shaw’ın çok sevdiğim bir sözüyle yanıt vermek isterim: “Sanat var olmasaydı; gerçeğin kabalığı, dünyayı katlanılmaz kılardı.” Dünyanın dijitalleşmesi ve içinde bulunduğumuz toplumun yozlaşmasına inat; tiyatroya gitmek gibi unutulmaya yüz tutmuş alışkanlıklarım vardır benim. Dünyanın sanat başkentlerine bir seyahatim varsa gitmeden önce mutlaka hangi oyunların sergilendiğini araştırırım. Eğer, sahneye konan eserlerden birini ajandama uydurabiliyorsam mutlaka biletimi önceden alır, izleyeceğim günü sabırsızlıkla beklerim. En büyük hayalim Opera Garnier’de bir eser izlemekti çünkü o binanın ekletik mimarisi benim için başlı başına bir ilham kaynağı sayılırdı. Çok şükür, pandemi öncesinde bu hayalimi gerçekleştirme imkânı buldum.
Koleksiyon yapmak isteseydiniz, hangi sanatçının eserlerini toplamak isterdiniz; neden?
Resme düşkünüm ama hiçbir zaman kaynaklarımı koleksiyoner olmaya yönelik değerlendirmedim çünkü önemli sanatçıların, toplumun her kesimi tarafından izlenebilmesi için müzelerde sergilenmesi ve/veya dünyayı gezen sergiler kapsamına alınması gerektiğini düşünüyorum. Ama itiraf etmeliyim ki bir defa, boyutları çok minik, müzede sergilenmeye de bu nedenle çok uygun olmayabilecek bir Fikret Mualla tablosuna ‘hayır’ diyemedim. Genellikle yaz mevsimini Bodrum’da geçiriyorum. Birkaç yıl önce, Şahin Paksoy’un “Güvercin Uçuverdi” koleksiyonu Bodrum’da sergilendi. Bu sergiyi ziyaret ettim ve açıkçası Paksoy’un eserleri beni etkiledi. Belki bir tane… Gerçekliğin sınırlarından çıkacak olursak; dünya üzerinde Picasso’ya hayır diyebilecek bir kişi varsa, ben o kişinin aklından şüphe ederim.
Sık seyahat eder misiniz? Genellikle seyahat rotalarınız nerelerden oluşur?
Çok sık seyahat ediyorum ama iş özelinde oluyor. Yaz mevsiminde bir, bir buçuk ay mola verebilirsem, Türkbükü’ndeki yazlığımıza kaçıyorum. O zaman bile Bodrum- İstanbul ve Bodrum-Ankara arasında mekik dokumak zorunda kalıyorum. Ülkemizi karış karış gezdim ve bu beni çok mutlu ediyor. Zaman zaman özel hayatınızda birinci seçiminiz olmayacak lokasyonlara iş sebebiyle gidiyorsunuz ve muhteşem güzelliklerle karşılaşıyorsunuz. Yurtdışına baktığımda; genç yaşlarımdan bu yana pek çok kongreyi, sempozyumu ve paneli takip etmek veya katılımcı olmak amacıyla Fransa’dan Birleşik Arap Emirlikleri’ne, Makedonya’dan Stockholm’e, Portekiz’den Almanya’ya ayak basmadığım yer kalmadığını görüyorum ve bu da beni mutlu ediyor. Ama her zaman favorim: İtalya ve özellikle Puglia bölgesi. Roma ve Milano evet harika şehirler ama Güney İtalya, beni gerçekten büyülüyor.
Seyahat rotanızı oluştururken nelere dikkat edersiniz?
Şimdi biraz daha egzotik yerler keşfetme merakım var. Eşime ve kendime bir mola aldığım an, Uzak Doğu’ya veya Güney Amerika’ya giden ilk uçağa atlamayı; İstanbul’da havalar soğurken sıcak denizlerin keyfini sürmeyi planlıyorum. Söz konusu tatil olduğunda çok planlanmış hareket etmeyi sevmem, konfordan ve hijyenden ödün vermemek şartıyla her şeyin bir arada sunulduğu paketler yerine kendi keşfim olan butik otelleri ve okazyonları tercih ederim. Mesela Eyfel Kulesi’ne hiç çıkmadım, çıkılmasına gerek görmüyorum. Ama Paris’e her gittiğimde Cafe de Flore’da bir mimosa veya bir kahve içmek için vakit ayırırım. Kısaca seyahat ettiğim kenti turist gibi gezmek yerine o şehrin insanı olarak yaşamayı seçiyorum.
Profesyonel hayatınızda kendinize örnek aldığınız, “gurum” diyebileceğiniz biri var mı?
Halkla İlişkiler mesleğinin neredeyse çağdaş olarak yaşayan iki kurucusundan biri olarak kabul edilen Edward Bernays benim için de çok önemli bir fikir adamı ve liderdir. Bir sigara firmasının tanıtımı için ürettiği strateji, bu markayı moda sektörü ile entegre etmiş ve bu yaklaşım (bana göre bir buluş da denebilir) günümüze kadar gelen ve doğru konumlandırdığı takdirde her daim büyük ses getiren “stratejik işbirlikleri” kavramının ilk örneği olmuştur. Türkiye’de yaşayıp da Betül Mardin’i tanımayan var mı? Gözlerinizi 1927 yılında Türkiye’de açacaksınız ve sahneye çıkmadan, film çevirmeden, adınızı tüm Türkiye’ye duyuracaksınız.
Bize bir gününüzü kısaca anlatabilir misiniz?
Eğer yeterince uyumamışsam, o günü yaşamak istemeyecek kadar düşkünüm uykuya. Bu nedenle gece çok geç bitecek organizasyonlara katılmak istemem çünkü uykumu almış olarak güne başlamak benim için çok değerli. Kahve içmeden gözleri tam açılmayanlardanım. Kahve hazır olana kadar hızlı bir duş, ardından cilt bakımı için sabah rutini ve kahve yudumu ile beraber açılan bir bilgisayar. Ofise gitmeden aylar, yıllar geçti. Ne yazık… Artık pandeminin etkileri geçiyor ve mevsim değişiyor diye ekiple ofis buluşmalarımız başladı ama yemekli, sohbetli toplantıları daha çok seviyorum. Kanyon, İstinye Park, Zorlu, Emaar gibi AVM’lerde toplantı ardından, kendimi minik bir alışveriş terapisi ile şımartmayı da ayrıca seviyorum. Günün sonlarına yaklaşırken, en büyük mutluluğum, kapıda patili bebeklerim Oğluş ve Bonny’nin sevgi gösterisi ile karşılanmak diyebilirim.
Akıllı telefonunuzda sıklıkla kullandığınız uygulama hangisi, neden?
Çok zor soru! Instagram mı? Whatsapp mı? Her ikisi de birincilik için yarışıyor diye düşünüyorum. Neden mi? Tabii ki iş, iş, iş…
Profesyonel ve günlük hayatınızda stilinizi nasıl tanımlarsınız?
Stilim konusunda mütevazı olmam gerektiğini düşünmüyorum ve direkt olarak “şık” kelimesi ile tanımlamayı tercih ediyorum. “Çabasız şıklık” kavramının günümüzde çok yanlış kullanıldığını düşünüyorum. Çabasız şıklık dendiği zaman insanların aklına manikürsüz eller, kuaför yüzü görmemiş saçlar ve salaş kıyafetler geliyor. Oysa, bana göre çabasız şıklık, kişinin giyinme odasında, ayna karşısında neyi neyle yakıştırabilirim diye saatler harcamadan, kombinini bir anda, efor harcamadan oluşturmasına yetecek kadar kendini tanıması, trendleri takip etmesi ve moda bilgisine sahip olması demektir. Anahtar parçalar benim için çok önemlidir. Önemli tasarımcı markalarının koleksiyonlarından kilit parçalar satın almayı tercih eder, kombinlerimi ürün üzerine inşa ederim.
Yeni sezon alışverişinizi yaptınız mı; gardırobunuza eklediğiniz en yeni yıldız parçalarınız neler?
Yeni sezon alışverişi yapmaya ufak ufak başladım. Balmain benim için elbise ve cekette vazgeçemediğim ve her sezon yeniden âşık olduğum bir marka, pembe-beyaz tatlı bir ceket ve klasik siyah bir elbisesini aldım, bir de Cartier Juste Un Clou bileklik ve yüzük almıştım. Yeni yıldız parçalarıma kavuşmak için sabırsızlanıyorum ama keşke bir vakit yaratabilsem.