İtalyanın Şık Yüzü: Belmond Hotel Splendido
İtalya’nın en küçük bölgesi Ligurya’nın kıyısında yer alan karşı konulmaz derecede güzel Portofino’yu iki şekilde tanımlayabiliriz: Dolce Vita felsefesinin doğum yeri ve Belmond Hotel Splendido. Modern dünyanın sekiz harikasından biri kabul edilen Portofino’nun adı, İtalyan Rivierası’nın en şık yüzünü yansıtmakla övünen tarihi otel Splendido ile anılıyor. İkisi, adeta birbirlerini mükemmelen tamamlıyor.
Ligurya Rivierası boyunca uzanan doğa parkı içinde yer alan, Tigullio Körfezi’nin 180 derecelik sinematografik manzarasıyla Belmond Hotel Splendido, zarif bir sığınak. Yemyeşil yamaçlara kurulu, adeta cennetten bir köşe olan dünyanın en prestijli ve ilham verici, olağanüstü oteline doğru yoldayım. Burası oldukça kıymetli ve her şey koruma altında. Öyle ki, 1901’de otel olarak açıldığında bahçesinde olan palmiye hâlâ dimdik ayakta.
Gür tepeler üzerindeki asırlık çamlar, havadar dallarını adeta yamaçlardan derin mavi sulara uzatıyor. Limon ve zeytin ağaçları, yolları sağlı sollu çevreleyen begonvil ormanları, lavanta çalıları, palmiyeler ve son olarak deniz manzarası sahneyi tamamlıyor. Monet tablolarından birinin içine düşmüş gibiyim. Ella Fitzgerald ve Louis Armstrong o meşhur şarkılarında “Cennet… Cennetteyim ve kalbim öyle atıyor ki zor konuşabiliyorum” derken burasını kastetmiş desem hiç abartmış olmam!
Yeşilin binlerce tonu, bitkilerin yüzlerce çeşidi, etrafımda salınan parfümlü çiçekler arasından otele giriyorum. Ana girişte otelin genel müdürü Ermes De Megni, beni karşılıyor. Öncelikle oda ve süitlerden seçim yapmamı istiyor. Gülümseyerek, “tabii ki Dolce Vita Suite” diyorum.
Göz kamaştırıcı yapıda tarihi yolculuğa çıkmaya artık hazırım. “Aslen 16. yüzyıl manastırı olan yapı, tarih boyu sık sık Saracen korsanlarının saldırısına uğramış. Saldırılara daha fazla dayanamayan manastırdaki rahip ve keşişler burayı terk etmek zorunda kalmışlar. 19. yüzyılda bir aristokrat, Baron Baratta, yapıyı yeniden canlandırarak yazlık villaya dönüştürmüş. Dahası var; 1901’de Portofino’nun turizm öncülerinden Bay Valentini, Villa Baratta’yı zarif bir restorasyon sürecine sokuyor ve eski manastır, kapılarını Grand Hotel Splendid adıyla yeniden açıyor” diye anlatıyor Ermes.
Adım adım keşfediyorum. Görkemli iç mekân benzersiz. Taş merdivenler, duvar halıları, yüksek tonozlu tavanlar, ardesia taşından siyah-beyaz yer döşemeleri, 16. yüzyıldan kalma aplikler, geçmişe ait o manastır atmosferini yaşatmasına rağmen şimdiki zamanla başarılı bir sanatsal denge kuruyor. Yerel sanatçıların freskleri, otelde konaklamış ünlü isimlerin siyah-beyaz portreleriyle kaplı duvarların birlikteliği, uyumlu.
Süite doğru ilerlerken, eski manastırın her köşesinde günün her anına keyif katacak noktalar olduğunu görüyorum. Eşsiz düzeyde lüks sunan bu dünyasal cennettin ısıtılmış tuzlu su havuzunda rahatlayabilir, Akdeniz güneşini içime çekmek için şezlonglarda gevşeyebilir, bonkör bahçelerinde yürüyüş yapabilir, gurme mutfağından lezzetlerle akşamımı sonlandırabilirim.
Dolce Vita; aydınlık bir yatak odası, iki banyosu ve özel bir oturma odasına sahip olan otelin en büyük süiti, toplam 140 metrekare. İçeri girdiğimde, otelin görkemini ve atmosferini aynı lüks ve konforlu şekilde yansıttığını görüyorum. Gözlerim otelin mimarisinin ruhunu koruyan yumuşak kemerleri takip ediyor. Denizin, gökyüzünün ve çevresindeki doğanın tüm nüanslarının gerçek kahramanları olarak kalmasına izin veren zarif detaylarla, pastel renk paletiyle dekore edilmiş. 45 metrekarelik özel bahçesiyle mahremiyet sunan süit, burada “kendi Dolce Vita‘mı yaşayabilirim” ruh haline bürünmeme neden oluyor. Gün bitmek üzere… Portofino ve Tigullian Körfezi’nin el değmemiş nefes kesici manzarasını, asmalarla kaplı terasta oturup, Ligurya mutfağının esintilerinin beni alıp götürmesine izin verme zamanı… İyi yemek, İtalya deneyiminin bir parçasıdır. İtalya’nın en sofistike açık hava restoranı La Terrazza, yerel spesiyalleri deneyimlemek için ideal yer. Ünlü şef Corrado Corti, körfezin taze deniz ürünlerini ve ev yapımı makarnalarını mükemmellikle pişirerek harikalar yaratıyor. Tenha bir köşeye oturuyorum. Ay ışığının aydınlattığı denizin üzerinde parlayan yıldızlar, nefis lezzetler ve bir bardak soğuk şarap… Bu gerçekten La Dolce Vita!