Ayşe Pınar Akalın ile “Angel” Sergisi Üzerine
Kapılarını geçtiğimiz gün açan ve 10 Ocak 2020’ye kadar sanatseverleri ağırlamaya devam edecek Angel sergisinin ziyaretçilerini neler bekliyor, proje yönetmeni ve küratör Ayşe Pınar Akalın’la konuştuk.
“Angel” sergisinin fikir annesi ya da babası kim? Nasıl çıktı böyle bir fikir?
Ben aslında Göbekli Tepe’de inanç üzerine bir sergi düzenlemek istiyordum. Bu projeyi hala istiyorum ama çok daha büyük bir prodüksiyon. İçinde tarihçilerden felsefecilere birçok kişinin olması gerekiyor. Ele almak istediğim, inancın başlangıcından, teknolojinin bugün geldiğimiz noktasına kadar; çünkü insanlar inandıkları şeyleri gerçekleştiriyorlar…
İnanç aslında ampirik olarak kanıtlanmış bir şey değil. Fiziksel olarak kanıtlanmamış da olsa; sonuçta bugün geldiğimiz nokta, inandığımız şeyleri başarmamızla oldu. O yüzden bu konu benim çok ilgimi çekiyor. Bu konu üzerinde araştırmalar yaparken, Bilge Alkor’la konuştum ve bu projemden bahsettim; o da çok beğendi. Bilge Alkor Melekler sergimizde olan, yaş olarak belki en ileri, ama hepimizden genç ruhlu, muhteşem bir sanatçı.
Konuşurken kendisi, “Pınar niye melekleri düşünmüyorsun?” dedi. O zaten daha önce melekler üzerinde çok çalışmış bir sanatçı. Bana göre de harika bir fikirdi. Böylece fikir annemiz Bilge Hanım oldu.
Sizin için melek kavramı, inancın neresinde duruyor?
Ben aslında endüstri mühendisiyim. Bilime çok inanan ve değer veren bir insanım. Ama bunlar bir yana, spiritüel, ruhani varlıkların da bu dünyada olmadığına inanmak biraz zor. Hele de şu dönemler, gelişmenin, teknolojinin bu kadar içindeyken, insanların kendilerini bu tür inançlara daha da yakın hissettiği zamandayız. Bilim bunu kanıtlamış olmasa da, meleklere inanan çok kişi var.
Melekler, mitolojiden günümüze, bütün monoteist dinlerden, yeniçağ güncel düşüncelerine kadar, en çok konu edilmiş varlıklar. Çok ilginç bir konu ve üzerine düşündükçe daha da derinine iniyorsunuz.
Mutlaka hepimiz bir noktada bilimsel olarak anlam veremediğimiz bazı hisler duymuşuzdur. Birinin bizi koruduğunu, ya da bir yola gidecekken, fikir değiştirip başka bir yere gitmemiz gibi şeyler mutlaka hepimizin başından geçmiştir. Bunların bazen farkında oluyor, bazen olmuyoruz. Bu projeyle ben de bu yanımı daha da açtım. Daha farkındalıkla ilerledim. Projenin başından beri, seçkiyi yaratmaya çalışırken, meleklerin bana yardım ettiğini söyleyebilirim.
Sonraki aşamada neler oldu? Aklınıza gelen bitmiş eserlerden yola çıkarak sanatçılara mı ulaşmaya çalıştınız? Yoksa eser seçiminde başka bir yol mu izlendi?
Konuya karar verdikten sonra mekânı seçtim. Benim misyon edindiğim ilke, tarihi anlamı olan mekânlarla, çağdaş sanatı birleştirmek. O yüzden bu sergi de tarihi bir mekânda olsun istedim. İstanbul’da mekânları dolaşmaya başladım. Saint Antoine Kilisesi, baktığım dördüncü mekândı. Kilisenin konumu, bütün dinlere açık olması… St. Antoine, İstanbul’da mezhebi en geniş, ziyaretçisi en bol olan kilise. Başta İtalyan azınlık için yapılmış olsa da, şimdi bütün azınlıklara açık aslında. Birçok mülteci de geliyor orada ibadetlerini yapıyor.
Pederle tanıştım. Kendisi çok vizyoner biri. Sanata çok yakın durduğunu gördüm. Her ne kadar konuyu dini açıdan ele almasam da, üç monoteist dinde de çok bahsi geçen bir konu. O yüzden doğru yaklaşmak zorundaydık. Konuyu ve konuya nasıl yaklaşacağımızı ifade ederek kurullarından geçtik ve izin aldık. Bu kadar geniş kapsamlı bir sergi onlar için de bir ilk.
Sonra yavaş yavaş sanatçıları seçtik. Benim amacım farklı kültürlerden, farklı alanlarda işleri olan, multidisipliner kişileri bir araya getirmekti. Bir de genç ve parlayan sanatçılarla, ustalaşmış, duayen kişileri bir araya getirmek istedim. Onların değişik enerjilerini bir araya topladığımızda farklı bir sergi çıkacağını düşündüm. Bunu izleyicilerin de hissedeceğini düşünüyorum.
Sanatçıların daha önce melek ya da spirituel konulu işleri olup olmadığına dikkat ettim. Daha teknik ve katı duran sanatçılardansa, daha spirituele yakın duran sanatçıları seçtim.
Maneviyâtı yüksek bir proje. İlginç tesadüfler, durumlar yaşandı mı hazırlık sürecinde?
Bilge Alkor’la konuştuktan sonra, Mehrnoush’un (Esmaeilpour) atölyesine gidiyordum. Diyorum ya “melekler yardım ediyor” diye; Mernoush’un atölyesinde at resimlerine bakarken, arkada bir şey dikkatimi çekti. Mehrnoush İranlı bir sanatçı ve daha çok at resimleriyle öne çıkıyor. O sırada Mehrnoush’u sergiye almak gibi bir düşüncem yoktu, henüz yeni tanışmıştık. “O arkadakini çıkarır mısın?” dediğim şeyin, sergide yer vereceğimiz ilk eser olduğunu gördüm. Muhteşem kanatları olan, yarı at, yarı kadın bir figürün olduğu, yaklaşık iki metrelik bir tablo çıktı karşıma.
Proje esnasında olan birçok şey bana, doğru projede, doğru insanlarla olduğumu gösterdi, hissettirdi. Bunu hissederek çalıştıkça yolların açıldığını gördüm. Bu yüzden meleklerin yardım ettiğini hissettim. Bir sanatçıyı projeye dâhil edemediğimiz için üzülürken, bir o kadar yetenekli, belki de daha uygun düşecek başka bir sanatçıyla yola devam edebildik. Aksiliklerin de bir sebebi olduğunu gördüm.
Nasıl bir deneyim olmasını bekliyorsunuz? Kilisenin atmosferinde bu eserler ne gibi hisler uyandıracak?
Biz büyük kiliseyi tam anlamıyla kullanmıyoruz. Büyük kiliseyi kullanabilmek için gereken izni aldık ama benim seçimim kullanmamak oldu. Noel zamanı olduğu için çok kalabalık olacak, birçok yılbaşı etkinliği olacak. Kilise zaten neo-gotik bir kilise; çok dolu, şaşalı. On bir artı iki konuk sanatçının eserlerini o kısımda gösterirsek gereken ilgiyi göremeyeceklerini düşündüm. İnsanların eserlerin içine girmelerini istiyorum. Başka bir şeyin dikkatlerini dağıtmamasını istiyorum, o yüzden aşağıda bulunan kripta ve şapelin olduğu kısmı kullanmayı seçtik. Orası da kilise olarak kullanılıyor ve sergi için bize tahsis edildi.
Ayrıca ses enstalasyonlu bir melek de olacak. Gelen kişileri başka bir diyara götürmek istiyoruz. Bunu da bütün duyularına hitap ederek yapmaya çalıştık. Koku, ses, fotoğraf, video, heykel gibi tüm medya ve uyaranları kullandık.
Sürecin çok içindesiniz. Hiç “keşke İstiklâl Caddesi’nde yürürken bir anda sergi karşıma çıksaydı ve o şekilde deneyimleseydim” dediğiniz oluyor mu? Nasıl olurdu öylesi?
Biz afişi yaparken, tam da böyle düşünerek, insanların içeri girip görmek isteyebilecekleri, bir deneyim yaşayacakları bir şey yaratmayı istedik. Umarım sergiden sonra konuştuğumuzda o hissi yaratabilmiş oluruz. Ben sanatı toplumun içine karıştırmayı çok seviyorum. Sanatın insanlarla birleştiği zaman daha anlamlı olduğunu düşünüyorum. Yani sadece sanat dünyasının değil, İstiklal Caddesi’nde yürüyen birinin de girip bu deneyimi yaşamasını, konu hakkında biraz daha bilgi edinmesini, farklı farklı hikâyeleri olan sanatçıları tanımasını, yine farklı hikâyeleri olan resimleri görmesini çok istiyorum.
Bu sergide ilginç bir kontrast var. Kilisenin tarihi dokusu içinde çağdaş eserler sergilenecek. Sizin de aslında mühendislik kökenli olduğunuzu düşününce, bu ikilik için neler söyleyebiliriz?
Bence kontrastlar her zaman ilginç ve daha dikkat çekici. Konunun içinde de kontrastlara yer veriyoruz. Melek dediğiniz zaman, iyi melekler de var, kötü melekler de. İnsan kendi iradesiyle iyi veya kötüyü seçebiliyor. Melekler ise böyle değil; yaratılış itibariyle ya iyi ya da kötü olmak zorundalar. O yüzden burada insanın içindeki ikilikten de yola çıkıyoruz, onu da inceliyoruz.
Sizce mekân ve eserler arasında nasıl bir ilişki oldu?
Tarihi mekânlar ve çağdaş sanat birbirini belirginleştiriyor. Tarihi bir mekâna daha çağdaş düşüncelerle girdiğiniz zaman, o iki düşünce birbirleriyle bir diyalog oluşturuyor ve bu diyalog çok güzel. Ayrıca şu da var: dört duvar bir galeridense, bu mekân, eserlere çok başka bir enerji katıyor. Sanatçıların her birinin, teker teker orayı benimle görmelerini istedim. Yurt dışından gelen çok sanatçımız var. Şu anda burada olmayan ikisine de ben video çekip gönderdim. Mekânın enerjisi çok güzel ve biz eserleri yerleştirirken buna göre hareket ettik. Duyguları insanlara böylelikle doğru şekilde aktarmayı istiyoruz. Hatta eserleri yerleştirme şeklimiz nedeniyle ziyaretçileri ilginç sürprizler bekliyor. Duyguları daha açığa çıkaracak oyunlar oynayarak yerleştirmeler yaptık. Böyle mistik bir konu işlerken, seçeceğimiz mekânın da ilginç bir ruh katacağına inandık.
Bu sanatçıları da etkiledi. İki İranlı, iki İtalyan, bir İsrailli, bir Güney Afrikalı sanatçımız var Türkiye dışından. Hepsi bu sergi için bir veya birden fazla bir iş yaptılar. Bu sanatçıların daha önce melekler konulu işlerinden yola çıkarak değil de, bu sergiye özel birer eser yaratmalarını istedik.
Çağdaş sanat gençleri daha çok ilgilendiriyor, tarihi mekânlarsa daha büyük yaş gruplarını. Siz böyle bir şey yaptığınız zaman, gençleri, tarihe götürüyorsunuz; çünkü o mekânın tarihini öğrenmek zorunda kalıyorlar.
İstanbulumuzda, önemli, birçok birleştirici unsuru olan bir kilise ve tanınması, bilinmesi güzel bir şey. Çağdaş sanata daha temkinli yaklaşan biri de böyle bir mekâna girerken daha ılımlı yaklaşabilir diye düşünüyorum.
Sizin için ayırmak çok zordur eminim ama sizi daha derinden etkileyen parçalar var mı?
Melek konusu, üzerine düşünen herkesin ruhuna iyi gelen bir konu. O yüzden tüm sanatçılar canla başla bir şey yaratmak istedi. İçten geldiği için, mesaj kuvvetli oldu. Her sanatçıdan, sergideki eserlerine atfen birer şiir istedim. Herhangi bir yerden aldıkları bir şiir olmasını istedim ama bazıları bunları kendi yazdı. O yüzden çok anlamlı ve güzel oldu ve ben o şiirlerde vermek istedikleri anlamları görebiliyorum. İçi çok dolu bir sergi ve benim için aralarından bir seçim yapmak imkânsız. Ayrıca çok farklı alanlardan sanatçılar var. Mesela Güvenç Özel, robotik medya enstalasyonlarıyla ünlü ve bir video enstalasyonu yapacak. Shirin Abedinirad çok basit ama net bir fikirle geliyor. Ergin İnan Leonardo’nun 500. Ölüm yıldönümü nedeniyle, Türkiye’yi temsilen bir sergiye davet edilmiş. Orası için hazırladığı eserlerin yanında, önceden yaptığı, bize verebileceği başka melek işleri de vardı. Ama bize özel, yeni bir tane yapmayı tercih etti. Meleği doğum gününde bitirdiğini söyledi. Bu da benim için çok özel. Leonardo için hazırlanırken bunu yapmış olması, esere bir duygu yüklüyor. Yuval (Yairi) bir sabah kalkıp Singing Angel eseri için meleğin söyleyeceği şarkıyı bulduğunu söyledi ve kendisi besteledi. Yerde yatan, sesli bir melek heykeli olacak. Herkes büyük bir heyecanla işini yapıyor.
Sanatçıların geçirdiği süreçler ve mekânı düşünerek bir şeyler yaratmaları, o esere kesinlikle artı bir şeyler yüklüyor. Bu yüzden hepsi birbirinden güzel. Seçim yapmam çok zor.
Sizin süreçte sanatçılarla iletişiminiz nasıldı? Görüşmelere ilk başladığınızda, projeyi anlatınca nasıl tepkiler aldınız?
Herkes projenin içinde olmak istedi. Kurulan grup çok önemliydi. Ben sanatçıların birbirlerini tanımalarını istedim. Kendim de her birinin atölyesine gittim. Önümüzdeki hafta İtalya’ya gidiyorum; aramıza en son katılan sanatçının atölyesine gitmemiştim, onu göreceğim. Benim için atölyeleri gezmek, eserlerin üretildiği yeri görmek çok önemli. Herkes konsepti hissederek çalıştı. Tanışmaları için Bilge Alkor’un Narmanlı’daki müze evinde buluştuk. Aramızda çok güzel bir enerji oluştu ve bazı konularda birbirlerine yardım ettiler. Değişik bir süreçti. Dünyanın dört bir yanından sanatçıyla konuşuyordum ve onlarla bir heyecana ortak olmak da çok güzel.
Sizin projenin öncesinden bu yana, kafanızdaki melek figürü nasıl bir değişim geçirdi?
Bir konuyu ele aldığınızda, biliyorsunuz gibi görünse de, derinine indiğinizde birçok farklı şey öğreniyorsunuz. Ben melekler hakkında çok güzel şeyler öğrendim, hala da öğreniyorum. Melekler hakkında çok yazıldı, filmler yapıldı, sanat tarihinde en çok işlenen konulardan biri oldu.
Ben bilime inanan biri olduğum için, sanırım daha güçlü bir varlıkla olan iletişimin direkt olduğunu düşünüyordum. Arada melekler olduğunu çok düşünmemiştim açıkçası. Bu süreçte farkındalığım arttı. Daha doğrusu meleklerin farkındalığımızı artırdığını gördüm. Bizler hem fiziksel hem spiritüel varlıklarız. Eğer ruhani bir dünya varsa, meleklerin de elle tutulamayan, gözle görülemeyen ama kendisini hissettiren varlıklar olduğunu bu projede hissettim.
Bu projeyi neden unutmayacaksınız?
Hiçbir şeyin tesadüf olmadığını anladım. Bana en büyük getirisi bu. Çok büyük ve inanılmaz bir düzen olduğunu ve eğer doğru kişilerle, doğru projede, doğru yoldaysanız, düzenin zaten akıp gittiğini gördüm. Daha önceleri inatçı yapım nedeniyle, olmayan şeyler konusunda ısrar ederdim. Projeyle beraber, birçok şeyin daha iyisine yer açmak için değiştiğini çok net bir şekilde gördüm.
Neden hep melek temsili kanatlı yapılır?
İnsanlar hep tanrıları göklerde aramışlar. Yeryüzü ile gökler arasında iletişimi kuran da kuşlar olmuş. O yüzden de meleklere kanatları atfetmişler. Ben bunu proje sürecinde öğrendim. İlk kanatlı melek tasviri de İstanbul’daki Arkeoloji Müzesi’nde yer alıyor.